Yarım Bıraktım: Gölgeler (Karanlık Lise, #3) - Alya Öztanyel



Adı: Gölgeler
Yazarı: Alya Öztanyel
Yayınevi: DEX
Sayfa Sayısı: 484
Goodreads Puanı: -
Seri: Karanlık Lise #3
Puanım: 1/5
Yarım Bıraktım

Sizce insanlar eşit mi doğar?

Sorunun cevabı sizi yeterince korkutmadıysa gölgenize sahip çıkmanızı tavsiye ederim. Bu kitapta yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış kişilerle bulunanların hikâyeleri var. Bir ressamdan tüm renklerini çalacak, en iyi müzisyene bile notalarını unutturacak gerçekler var. İçimizden beş gölgenin sıradışı hayatları, derin acıları ve aramaktan asla vazgeçmedikleri cevapları var burada. Zaman, geçmişe dönme zamanı. Güneş’ten çok öncesini, karanlıkta kalan geçmişlerini onlarla birlikte keşfetmeye hazır mısın?

Karanlık Lise’de kimse birbirini sorun etmez, çünkü orada herkes sorunludur. Ailelerinin seçimlerinin kurbanı olanlar, dışlanmışlar, dışarıda kalmışlar, sevilmemişler ya da çok sevmişler, kendini bulma yolunda bazı yanlış duraklara uğramış olanlar var burada. Sevgileri ya umut oldu derin yaralarına ya da başlarına geleceğini asla tahmin etmedikleri kadar bela açtı. Kimi zaman karanlık sokaklarda kayboldular, kimi zaman da zihinlerinde saklı kalmış korkunç anılarda yitirdiler hislerini. Peki sen kendi gölgeni bulmaya var mısın?


DNF @ 12%

Gölgeler'i sevmeyeceğimi düşünerek başlamıştım okumaya da, kitabı bu kadar hızlı yarım bırakacağımı asla tahmin edemezdim galiba. Bazı kitaplar vardır ilerledikçe açılır, güzelleşir; ama Gölgeler öyle bir başlangıç yaptı ki kendimi devamını okumaya zorlayamıyorum.

Anladığım kadarıyla Karanlık Lise'nin üçüncü kitabında Alya Öztanyel okuyucularına, serinin ilk iki kitabındaki karakterlerin geçmişlerini anlatıyor. Kitapta beş farklı anlatıcı, beş farklı bölüm var.

İlki, aslında adı Canset olan fakat bölümün başında nedense Cansu olarak belirtilen, isimdeki bu değişikliğin nedenini de hiç merak etmediğim bir kız. (Kesin bir noktada bahsi geçiyordur. Kitabı düzenlerken gözlerinden kaçmış olacak değil ya. Vardır bir olayı. Kesin.)

Şimdi sorun şu ki, kitap hem çok kötü yazılmış hem de seriden bağımsız okuyan biri için pek bir anlam ifade etmiyor. Ben Canset/Cansu karakterini tanımıyorum, tanımadığım için de geçmişinde yaşadığı şeyler aklımda bir yere oturmuyor, bana "Aa, işte bu yüzden şu şu şu şeyleri şu şekilde yaptı,"dedirtmiyor. Bunda kitabın bir suçu yok. (Ortada bir suç varsa bu da bana Gölgeler'in bağımsız olarak okunabileceğini söyleyen insanlarda ama o da suç değil tam olarak. Okunsa okunur ama okumamayı tercih ediyorum ben.)

Karakterleri tanımıyor olmama rağmen kitaba bir şans vermek istedim fakat Canset'in hayatı, küçüklüğü, tam bir Türk dizisi tadında başlayınca insanın biraz hevesi kaçıyor açıkçası. Önce, kızın nerede yaşadığından hiç bahsedilmiyor. Herkesin herkesi tanıdığı, köy tadında bir kasabada yaşadığını söylüyor kitap ama bu kasaba nerede, bilmiyoruz. Canset, birinci sınıfa gitmesine rağmen İstanbul'u hayatında hiç duymamış ki bu kız okula gidiyor.

Ben küçük bir kasabada hiç yaşamadım (hatta hiç bulunmadım bile) ama bu kız okula gidiyor. Eğer yanlışsam düzeltin lütfen, cidden bilgili değilim bu konuda ama, derslerde şehirlerin bahsi hiç mi geçmemiştir? Birinci sınıfı pek hatırlamıyorum. Geçmemiş olabilir.

Hadi bu çok önemli bir detay değil. Ama ailesi tam bir "klişe kötü üvey aile" modeli. Babası annesini dövüyor, annesi Canset'i bu durumdan korumaya çalışıyor, babasının ailesindeki herkes Canset'ten nefret ediyor. O kadar ki, toplaşıp Canset'in ezikliğine gülüyorlar:

Tek tek hepsine para verdikten sonra sıra bana geldiğinde küçük ... çantasını tekrar yerine, göğsüne koydu. 
"Bana yok mu?" 
"Küçük şeytanlara yok," dedi ve ardından bütün kuzenlerimle birlikte kahkaha atmaya başladı.

Bunu okuduğumda aklımda canlanan sahne şu: Canset ortada, kuzenleri ve babaannesi onun etrafında daire olmuş, bir yandan Canset'i işaret ediyorlar bir yandan da kahkahalarla gülüyorlar. Kamera bu sırada dönerek tek tek hepsinin yüzlerini gösteriyor ve Canset bir süre sonra buna dayanamayıp "Yeteer!" diye bağırarak uykusundan uyanıyor.

Tek fark, bu bir kabus değil ve babaannesi gerçekten de bir avuç çocukla bir olup kızın haline "kahkahalarla" gülüyor. Yani "kıza kötü davranan üvey aile" değil kafama takılan. Kötü davranma yöntemlerinden rahatsız oldum ben. Komik geldi, ciddiyetimi koruyamadım okurken.

Sonra şans bunlara gülüyor, Canset ve annesi ünlü bir moda markasının annesinin tasarımlarını beğenmesi sayesinde İstanbul'a taşınıyorlar. Buradan sonrası da tam bir, "küçük kasabadan büyük şehre gelen insan" klişesi. Annesi; parayı, şöhreti, rahatı ve özgürlüğü ilk defa İstanbul'da tadıyor. O zamana kadar ki yaşamı hep küçük kasabanın sınırları içerisinde, daha genç yaşta yaptığı bir hamileliğin ve ölen ilk eşinin ardından evlendiği Ekrem'in kısıtlayıcı dünyasıyla çizilmiş.

Kadın zıvanadan çıkıyor tabii. Ona bakmaya çalışan kişi Canset. Sonra bir noktada aralarında şöyle bir konuşma geçiyor:

"Bak prenses, bunu anlamak için daha çok küçüksün ama kadın olarak doğamız gereği bizim mutlaka bir erkeğe ihtiyacımız var. Ayakta durabilmek için, iyi bir hayat sürdürebilmek için... Neden babandan sonra Ekrem'le evlendiğimi sanıyorsun?" 
"Aşık olduğunu söylemiştin." 
"Yalan söyledim."

(Saçlarını yolma Ezgi, yazıktır günahtır Ezgi, yapma etme.)

Sonra neden bu kız gitti matematik öğretmenine aşık oldu??? (Ben değil, Canset.) Hayır buraya kadar bile tamam, olur öyle şeyler, sonuçta karakterin psikolojik geçmişini yazmaya çalışıyor yazar ve her ne kadar klişe olsa da gerçekte olmayacak bir durum değil kesinlikle.

Ama şu muhabbet nedir ya?

"İkimizin de isminin Can'la başlıyor olması ne tesadüf, Canset ve Caner..." 
"Okuldaki herkes size 'Can Hoca' diye sesleniyor zaten." 
"Evet ama sen öyle seslenmiyorsun."

Hani her şeyi geçtim. 28 yaşında bir matematik öğretmeninden bahsediyoruz ve şu noktada kıza ilgisi de yok. (Gelecekte oluyor mu bilmiyorum, okumadım, okumayacağım, ilgilenmiyorum.) E bu nasıl bir replik? İkimizin de ismi Can'la başlıyor. Eee yani? Sonuç?? Bu niye bu kadar ilginç bir şey??? Neden bir öğretmen böyle bir cümle kursun????

Ha bir de öğretmenin onu, Canset'in kötü sınav notu hakkında konuşmak için çağırmış olması muhabbet yani. Niye böyle saçma sapan bir şey söyleme ihtiyacı duysun ki?

Neyse. Sonuç olarak kitapta sadece 59-60 sayfa okudum ve kitap 480 sayfa. Bu 60 sayfadan sonra gerçekleşen şeyler belki burada yakındığım veya "neden?" diye kendimi paralayarak sorguladığım bazı durumları açıklıyordur. Bilemiyorum. Ama ben bu kitabı okumaya devam edemeyeceğim.

Belki serinin hayranıysanız sevebilirsiniz. Belki size bir şeyler ifade eder. Ama bana sadece zaman kaybettiriyor ve keyif de almıyorum. Olumsuz yorumlar yazmaktan da keyif almıyorum ama sadece 60 sayfada çıldırttı kitap beni.

Ha, akıcı mı? Evet akıcı. Okutuyor mu kendini? Evet okutuyor. Ama bazen akıcı ve okuması kolay olmak yeterli değil. Hatta çoğu zaman değil. Bu da o zamanlardan bir tanesi. Okusam okur muyum? Evet okurum. Peki kendime bunu yapacak mıyım? Hayır, henüz o kadar delirmedim.

Ezgi Tülü

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi. 2014'ten beri kitaplar hakkında konuşuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder