The Strange and Beautiful Sorrows of Ava Lavender - Leslye Walton | Kitap Yorumu

Adı: The Strange and Beautiful Sorrows of Ava Lavender
Yazarı: Leslye Walton
Yayınevi: Candlewick Press
Sayfa Sayısı: 301
Goodreads Puanı: 4.13
Seri: -
Puanım: 4/5

Magical realism, lyrical prose, and the pain and passion of human love haunt this hypnotic generational saga.

Foolish love appears to be the Roux family birthright, an ominous forecast for its most recent progeny, Ava Lavender. Ava—in all other ways a normal girl—is born with the wings of a bird.

In a quest to understand her peculiar disposition and a growing desire to fit in with her peers, sixteen-year old Ava ventures into the wider world, ill-prepared for what she might discover and naïve to the twisted motives of others. Others like the pious Nathaniel Sorrows, who mistakes Ava for an angel and whose obsession with her grows until the night of the Summer Solstice celebration.

That night, the skies open up, rain and feathers fill the air, and Ava’s quest and her family’s saga build to a devastating crescendo.

Aslında bu kitap hakkında nasıl bir yorum girebilirim bilmiyorum fakat okumayı bitirdiğim andan itibaren - yarım saat olmuştur - aklımda dönüp duruyor bazı şeyler ve yazmalıymışım gibi hissediyorum, sonra ne yazacağımı da bilemiyorum falan, garip bir durum... 

Daha önce buna benzer bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum. Son derece değişik, bu güne kadar okuduğum kitaplardan oldukça farklı, biraz hoş çoğunlukla trajik, az biraz sıkıcı, oldukça ilginç bir kitap bu. Az önce dönüp baktım da, arka kapak yazısını okumadan dalmışım ben bu kitaba, o yüzden de kitabın türünü anlatmaya çalışırken "Az biraz şöyle ama bundan da var" tarzı cümleler kurdum arkadaşlarıma. "Magical realism" yani "büyülü gerçekçilik" bu kitaba cuk oturuyor. Neden? derseniz, ona geçmeden önce biraz kitaptan bahsetmek istiyorum.

Kitap, ana karakter Ava Lavender'ın ağzından, anneannesinin gençliğinden başlayarak kendi gençliğine doğru anlatılıyor. Kitabın ilk sayfalarında bir aile ağacı var: 



İlk önce Beauregard ve Maman'ın (Fransızca: anne), ardından Emilienne'in, sonra Vivian'ın ve en son Ava'nın hikayesini okuyoruz. Hikaye, Beauregard ve Maman'ın Fransa'dan Amerika'ya, Manhattan'a (ya da kitapta geçen adıyla: Manhatine) taşınmalarıyla başlıyor bir nevi. Orada Emilienne ve üç kardeşinin başlarından geçenleri okuyoruz, sonra Emilienne'e odaklanıp onun yaşamını ve Vivian'ın doğumuna tanık oluyoruz. Ardından Vivian'ın hayatı ve hamileliği derken fotoğrafımıza Ava giriyor ve kitabın kilit noktasına doğru ilerliyoruz... (Ki ben "kilit" noktanın spoilerını yemiştim, sağ olsun Goodreads'te bas bas bağıran biri sayesinde.)

Kitapta olan biteni anlatmak, biraz daha detaya inmek isterdim fakat kitap öyle bir dille yazılmış ki bunu imkansız kılıyor. Olan biten her şeyi en küçük detayına kadar öğreniyor, gelen geçen çoğu karakterin arkaplanını görüyor, küçüklüklerine kadar iniyoruz... Herkesi az çok tanıyoruz yani. Burada neden kitabın "büyülü gerçekçilik" olduğuna gelebiliriz.

Şimdi kitap, ta ilk sayfalardan son sayfalara kadar o kadar gerçekçi bir dille yazılıyor ki, "Gerçekten yaşanmış bunlar," dese birileri çıkıp da, inanabilirim. O derece bir detay, o derece bir olay ilerleyişi yani. Fakat kitapta, gerçek hayatta olması imkansız olaylar da yok değil. Hatta kitap onlardan oluşuyor bile denebilir. Mesela - spoiler olmayacağı için bunu söyleyeceğim - Ava kanatlarla doğuyor. 

Kitapta bunun gibi birçok şey var ve gerçeklikle fantastiğin arasında gidip gelmesinin nedeni de bu kitabın. Gerçi olan biten bütün bu doğaüstü durumlar o kadar düz, o kadar net, o kadar gerçekçi bir şekilde anlatılmış ki, sanki günlük hayatın bir parçasıymış gibi geliyor bir süre sonra... alışıyorsunuz kitabın, yazarın ve olan bitenin diline. Emilienne ve özellikle Ava ile Henry, çok değişik karakterler. Vivian için bir yerde "Vivian, Roux olduğundan çok Lavender'dı" diyor fakat Ava için de, "Vivian'ın olduğundan çok daha fazla Roux'ydu" deniliyor. Yani "garip" ve doğaüstü olmak Roux genlerinden gelen bir şey.

Ben karakterlere kitap boyunca çok üzüldüm, hepsinin hayatlarındaki değişik trajediler, olaylar... her birine ayrı ayrı kalbim kırıldı, ayrı ayrı içim acıdı ve gelecekten korktum onlar için. İçine çekiyordu yani. Fakat bu kitabın en sevdiğim yanı, ilk önce Emilienne'in genç kızlığını okurken ana karakterin o olduğunu düşünmem, ardından Vivian'a geçtiğimde Emilienne'in eksikliğini hissetmeden ana karakteri Vivian bellemem ve en sonunda Ava'ya geldiğimde yine aynı şeyin burada olmasıydı. Yani hayatın ilerleyişini o kadar düzgün bir şekilde hissettirmiş ve kabul ettirmişti ki yazar, hayran kaldım.

Herkes kendi hikayesinin ana karakteridir fakat Ava'nın hikayesindeki ana karakterler değişiyordu. Benim hikayemde benden önce annem, ondan önce de onun annesi vardı. Benden sonra da benim kızım veya oğlum olacak ve ben daha 17 yaşındayken bunun hayalini bile kuramıyorum. Yani bir gün yaşlanacağım ve birden ana karakterin benim çocuğum olacağı düşüncesi o kadar garip geliyor ki... 

Kitapta, yaşlanan karakter yenisiyle yer değiştirirken sahneden tamamen çekilmiyordu: biz yine onun hayatından kareler görüyor, yaşadıklarını ve hayatıyla ilgili anılarını okuyor, hislerine ortak oluyorduk ve bence bu hayatı sunmanın gerçekten zarif bir yoluydu. 

Ne hissettiğimi anlatabildim mi bilmiyorum fakat denedim ve yazdıklarımı dönüp yeniden okuyamayacak kadar bunalmış durumdayım. Kitabın hissettirdikleri hala üzerimde - ve havada - asılı kalmış durumda şu an. 

İnsana getirdiği eleştiriler ve hayatın düzeni, trajedileri ve mutluluklarıyla beraber, bence bu kitapta yazar tarafından çok net bir şekilde anlatılmıştı. Yer yer sıkıldığım, betimlemeleri atladığım ve "Keşke şu konu üzerinde biraz daha dursaymış," diye yakındığım oldu fakat genele baktığınızda beni gerçekten etkileyen bir kitaptı bu.

Büyülü gerçekçilikten uzaklaşmışım açıklamadan tam olarak sanırım, bilmiyorum, açıklamış da olabilirim aslında ama şuraya basit bir vikipedi tanımı da ekleyip yazımı bitiriyorum çünkü cidden gidip biraz dinlenmem, rahatlamam lazım. O denli etkiledi kitap. Sonu o kadar... trajikti ki. Anlatamam çünkü sırf bir Goodreads yorumunda okudum diye beni normalde etkileyebileceğinin yarısı kadar bile etkilemedi, ki düşünün bu haliyle bile ölüyorum şu an.

"Büyülü gerçekçilik, normal ya da gerçekçi kabul edilen sanat akımlarında olmaması gereken sihirli ve mantık dışı öğeleri içeren sanat akımı."

Ezgi Tülü

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi. 2014'ten beri kitaplar hakkında konuşuyor.

1 yorum: