Adı: Çıplak Ölüm
Yazarı: Nora Roberts
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 308
Goodreads Puanı: 4.12
Seri: Ölüm Serisi #1 (In Death, #1)
Dünyayı teknolojinin yönettiği bir zaman ve yerde, insan yüreğini hala karşı konulamayan bir dürtü yönetmektedir: Tutku.
New York polis departmanından teğmen Eve Dallas acımasız bir katilin peşindedir. Polis olarak çalıştığı on yıldan uzun süre içinde pek çok şeye tanık olmuştur ve hayatta kalmanın içgüdülerine bağlı olduğunu çok iyi bilmektedir. Yine de İrlandalı bir milyarder ve Eve'in soruşturduğu vakanın şüphelilerinden biri olan Roarke'la ilişkiye girmemesini söyleyen her türlü iç ve dış uyarıyı hiçe sayar. Oysa tutku ve baştan çıkarmanın da kendine özgü kuralları vardır. Eve, bağımlılığa dönüşen bir tutkuyla istediği adamın kollarına atılarak büyük bir riske girmektedir.
Bu kitabı okumaya başlamayı istiyordum ve eninde sonunda okuyacaktım; fakat bu sürecin bu kadar hızlı gelişeceğini düşünmemiştim. Aslında şu an yeni aldığım o beş kitaptan ikincisini okuyor olmam, onun hakkında bir şeyler karalamam gerekiyordu fakat bir arkadaşımla ikinci defa polisiye üzerine konuşunca ve sonradan bu kitap elime geçince - ikisi de aynı gün içerisinde - bunun benim bu kitabı okumam için iyi bir fırsat olduğuna karar verdim ve okumakta olduğum Film Kulübü'nü bir kenara kaldırıp bunu okumaya başladım. Bu kitabı ikinciye okuyorum - az önce baktım, ilki 2012'deymiş - ve kitap hakkında hatırladığım tek şeyin ana iki karakterin adı olduğunu fark ettim: Eve Dallas ve Roarke.
Kısacası kitabı ikinci kere okuyor olmam hiçbir şeyi değiştirmedi benim için. Aynı heyecanları ve merakları yeniden yaşadım, aynı sorgulamaları yaptım; tek fark, bu sefer katili yakalamakta bir adım öndeydim. İlk sefer okurken pek dikkat etmediğim detaylara dikkat ettim ve bu, bu kitabı okumanın getirdiği keyfi sadece bir adım daha öne çekmiş oldu.
Ben polisiye insanı değilimdir. Arkadaşlarım her ne kadar benim polisiye için yaratılmış olduğuma yemin etseler de, kendimi polisiye okumaktan zevk alırken bulmam genelde. O kitaplarda hep bir soğukluk vardır... işte ben o soğukluğu sevmem. Polisiye denince aklıma hep soğuk bir kış akşamı gelir, hava yağmurlu ve kapalıdır, karanlık siluetler sokaklarda kol gezmektedir. Kan ve barut kokusu havaya karışmıştır. Anlatabiliyor muyum? Hani, karakterler uzaktır; anlatımın birinci ya da üçüncü kişi olması fark etmez. Ben bu soğukluğu asla sevmemişimdir, sevemeyeceğim de sanırım. Zamanlar bürolarda, kapalı, küçük, kutu gibi odalarda geçmektedir. Benim "polisiye" algım ne yazık ki bu. İsterseniz ön yargı deyin, isterseniz başka bir şey; fakat kafamdaki bu algıyı değiştirebileceğimi pek sanmıyorum. En azından yakın zamanda.
Ve tam da bu algı yüzünden bu kitabı okumayı çok seviyorum. (Geniş zaman, çünkü ikinciye okudum ve en az ilki kadar zevk aldım. Tekrar okusam birkaç yıl sonra, aynı zevki alacağıma eminim.) Bu kitap da bir polisiye; çözülmesi gereken bir cinayetler serisi, şüpheliler listesi, polisler ve ipuçları, sorgulanan insanlar ve ana karakter bir polis. Belki de yazarının kadın olmasındandır, (polisiye deyince aklımda hep erkek yazarlar canlanır nedense, bunu da hiç anlamam) belki de başka bir şey, fakat In Death serisinin ilk romanında bu soğukluğu bulamazsınız. Ana karakter bir kadındır ve gerçekten de başarılı bir şekilde karakterize edilmiştir.
Belki de beni bu kitaba çeken kısım, Roarke'un işin içine girmesidir. Sonuçta bir genç kız olarak, içinde az da olsa aşk bulunduran kitapların beni daha çok çektiğini itiraf etmem gerekir, fakat ben asla o pembeli aşk romanları okuyucusu olamamışımdır. Bilmiyorum, o tarz aşklar bana çok hayalci geliyorlar ve şahsen onlardan yaşamak istemezdim. Oysa kitapta Eve ve Roarke'un ilişkisi öyle mi? Asla! Eve, okurken yaşlı hissetmediğim büyük karakterlerden biri. Kendisi 30 yaşında ve yaşlı değil; fakat öyle 30'luk karakterler okudum ki, sanarsınız 60-70 yaşlarına gelmiş, öyle bir ağırlık var üzerlerinde. 16 yaşındaki bir kız olarak da Eve'le bağlantı kurabilmiş olmak benim için önemli bir unsur.
Aynı zamanda, üçüncü şahıstan anlatıldığı için, sizi detaylarla boğmuyor. Gerekli şeyleri söyleyip çekiliyor, öyle ağır bir betimleme falan da yaptığı yok; sizi olayın içine çekmek için ne gerekirse onu yazmış yazarımız denebilir. Olay, hem mantıklı hem de tahmin etmesi biraz güç bir şekilde zorlaşıyor; kitaptaki en küçük detaya bile dikkat etmek gerekli bazen ama bazen de hiç verilmemiş bilgiler gerektiriyor sonuca ulaşmak için. Bir de, tek büyük bir olaya odaklanmamış, arada küçük çaplı, kısa süren başka suçlarla da ilgileniyor Eve ve bu romana gerçeklik katıyor.
Bu kitaptan yapabileceğim bir alıntı yok maalesef, hani içinde bana dokunan birkaç cümle falan yok, fakat kitap öyle bir kaygıyla yazılmadığından bunu normal karşılıyorum. Benim gibi, "Ben polisiye sevmem," diyorsanız bile, bu kitap sizlere göre olabilir. Yazımdan anlayamadıysanız diye söylüyorum, kitap benden yıldızlı bir evet alıyor. Hatta öyle ki, gidip tekrar okusam okurum. Yakın zamanda serinin ikinci kitabına başlamayı düşünüyorum. Ah, çok heyecanlı. İşin güzel yanı ne, biliyor musunuz? Seride o kadar çok kitap var ki asla bitmeyecekmiş gibi hissettiriyor bana ve bu heyecan verici.
Bildiğim kadarıyla, şu tarihte, sadece 16 kitabı çevrildi serinin ve seri 30'lara kadar çıkıyor. Ne kadar heyecanlandığımı siz tahmin edebilirsiniz herhalde, çünkü ben pek anlayamasam da, bu yazının buram buram heyecan koktuğuna eminim ve tekrarlamak istiyorum: Bu kitabı önerir miyim? EVET.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder