Kızıl Kraliçe (Red Queen, #1) - Victoria Aveyard | Kitap Yorumu

Adı: Kızıl Kraliçe
Orijinal Adı: Red Queen
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 392
Goodreads Puanı: 4.12
Seri: Red Queen #1
Format: Ciltli
Puanım: 4/5

İnsanlarin Kana Göre Sınıflara Ayrıldığı, Bir Düzen… Büyülü, Tanrısal Yetenekleriyle Diğerlerine Hükmeden Gümüşler, Onların Gölgesinde Hayatta Kalmaya Çalışan, Sıradan Kızıllar… İktidar Tehlikeli Bir Oyundur. Peki, Kazanmak İçin Ne Kadar Kan Kaybetmek Gerekir? Kanla Bölünmüş Bir Dünyada, Kazananı Belirsiz Bir Varoluş Mücadelesi…

Mare Barrow'un dünyasında kanın rengi, varoluşun biçimini belirlemektedir. Doğaüstü yeteneklerle donatılmış Gümüşler, köle gibi çalıştırdıkları ve savaşta ölüme gönderdikleri Kızıllara hükmetmektedir. 

Yoksul bir Kızıl kasabasında yaşayan on yedi yaşındaki Mare, talihsiz olaylar sonucu bir Gümüş sarayında çalışmaya başlar. Ancak Kızılların başkaldırı hareketini örgütleyen Kırmızı Muhafızlar'ın davasını ateşleyecek kıvılcımın kendi parmaklarının ucunda ol-duğunu fark edince bambaşka bir oyunun ortasında kalır. Yalanlar üzerine kurulu bir düzende Kızılların Gümüşlere, bir prensin diğer prense ve Mare'nin kendi kalbine karşı mücadele ettiği bu tehlikeli oyunda tek mutlak gerçek, ihanettir.
UYARI: KİTAPTAN SPOİLER İÇEREN ŞEYLER SÖYLEMİŞ OLABİLİRİM
EMİN DEĞİLİM
SONRASINDA GELİP "AAA EZGİ, SEN BÖYLE BÖYLE DEMİŞSİN AMA BEN KİTABI OKUMAMIŞTIM" DİYEN GÖRMEK İSTEMİYORUM
UYARILDINIZ
(BU RİSKİ ALANLAR OKUYABİLİR TABİİ)

Açıkçası bilgisayarın başında oturmuş, kitap hakkında ne diyebilirim diye düşünmekten bir türlü yorumu yazmaya başlayamadım. Kitap, hem kalın görünüyor (bunun nedeni Pegasus sayfalarının kalınlığı da olabilir tabii) hem de yazıları normalden biraz daha küçüktü. Hatta bunun sonucu olarak kitabı birkaç kere gözüme kadar sokmam gerekti. Fakat buna rağmen dün akşama doğru başlayıp bugün, derslerin bitiminden bir saat sonra falan kitabın sonuna gelmiştim. Karşımızda son derece akıcı ve sürükleyici bir kitap var, arkadaşlar!

Birçok kişi kitabı o kadar da beğenmemiş ve bunun nedenlerini anlayabiliyorum, birkaç kişi de kitabı Kızıl Yükseliş'e benzetmiş (fakat ben Kızıl Yükseliş'i hala okumadım - aslında Altın Oğul'u bekliyordum da, şu an sadece tembellikten okumuyorum - o yüzden karşılaştırma yapamayacağım). Kitabı bitiriş süremden de anlayabileceğiniz üzere ben kitabı sevdim. Çok sevdim.

Eksikleri vardı, yani benden tam puan almayı başaramadı ama bu kitabı çok sevmeme engel olmadı. Nereden başlasam bilemiyorum! Dediğim gibi, dili akıcıydı ve olay örgüsü sürükleyiciydi, bir sahnede oturup sıkıldığımı hatırlamıyorum. Birkaç kere ama "Neden hala bu kadar az okudum?" isyanı etmişliğim var, gerçi görebileceğiniz üzere sonraları toparladım okuma hızımı. :D

Karakterler genel olarak sevilesiydi bence, birkaç nokta hariç takıldığım pek bir şey olmadı. Klişelerden tamamen uzak diyemem kitap için ama mesela kitabın en başlarında Mare'nin Cal'le karşılaşması olay örgüsü içinde hiç sırıtmıyordu bana sorarsanız. Genelde bu tarz sahnelerde kafamı bir yerlere vurmak isterim çünkü fazlasıyla klişedir ama Kızıl Kraliçe bana bunu hissettirmedi. Mare karakterini sevdim mi sevmedim mi pek emin değilim, kitabın büyük bir bölümünü bence aptallık ederek geçirdi ama onun yerinde olsam daha zeki davranabilir miydim, bilmiyorum.

Cal çok eh bir karakterdi ki zaten kitap boyunca bence çok az görüyorduk, hem onu hem de Maven'i. Maven yapısı gereği Mare'nin hayatında biraz daha ön plandaydı ama bence ikisiyle de doğru düzgün bir iletişimi olamayacağı kadar azdı onların olduğu yerler. Ya da en azından ben öyle hissettim, iki kardeşi daha sık görebilseydik bence okuyucular olarak daha büyük bir bağlılık hissedebilirdik onlara karşı. Zaten kitabın sonundaki eksiklik buydu bence; Mare dışındaki karakterleri o kadar az görüyorduk ki, hiçbiri için üzülme şansımız olmadı. - en azından benim için durum bu -. Bu tarz, distopik-fantastik romanlarda genelde sonda büyük bir olay olur, o büyük olay da okuyucuyu büyük oluşuyla değil, içerdiği karakterlerle etkiler. Okuyucu karakterlere bağlanmıştır o noktaya kadar. Bende bu pek olmadı.

Ayrıca kitabın sonundaki bir başka olayı kitabın en başından beri tahmin ediyordum fakat insanların tahmin edemeyeceğini varsayarak detaylandırmak istemiyorum. Okuyanlar beni anlar diye düşünüyorum, kitabın sonunda öğrendiğimiz şey benim için hiç de sürpriz olmadı. (Ha bu tahmin edilebilirlik durumu beni rahatsız etmedi ve aksine mutlu oldum. Sadece bütün kitap boyunca "Bu doğru değildir, imkanı yok doğru olamaz," diye düşünmek yorucuydu... Gerçekten! Hehe.)

Cal'i pek anlamadım açıkçası. Başta iyi, nazik ve hatta arkadaş canlısıydı; sonlara doğru çıldırdı, kana susamış bir hale büründü ve kitabın en sonunda sadece... oradaydı? Yazarın bu karakterle neye ulaşmaya çalıştığını inanın anlamadım. Eğer klasik aşk üçgeni için vardıysa, kitapta bana sorarsanız aşk namına hiçbir şey yoktu. - Mare'nin erkeklerle yakınlaşmaları ve Kilorn ile olan varsayımsal ilişkilerini saymıyorum -. Cal sadece orada durması için yaratılmış bir karakter gibi geldi bana ve varlığı olan biri değildi benim için.

Maven'i daha çok sevmiştim, tabii burada bir geçmiş zaman eki var ama ne yaparsınız... Gerçi Maven'le ilgili durum beni hiç şaşırtmadı. Az önce dediğim gibi karakterlere bağlanamadığımdan kaynaklı olabilir bu fakat olan biteni uzaktan izliyor gibiydim, ki tüm kitabı neredeyse Mare ile birlikte yaşamıştım. O yüzden sonu biraz üstün körü yazılmış gibi geldi bana.

Bütün bu gümüş-kızıl çatışması ve Mare'nin içine düştüğü durum, ayrıca kitabın adına yapılan göndermeler çok hoşuma gitti. Bütün kitap boyunca "Acaba bir sonraki sayfada ne olacak?" dedim içimden ve bazı derslerde açıp birkaç sayfa okumamak için kendimi zor tutmam gerekti. Küçük fontlara rağmen kitabın içinde kayboldum, bile denebilir. Mare'nin gördükleri, öğrendikleri, karşı koymak zorunda olduğu her şey gerçekten hoşuma giden kısımlardandı. Zaten kitabın ana kurgusu benim favorilerimden biri - denebilir -. Güçsüzlükten gelen ama aslında güçlü olan kadın karakter ve doğuştan güçlü olan erkek karakter çatışmasını seviyorum. (Bunda çok ön planda olmasa bile.)

Ve kitap öyle bir yerde bitti ki, devamını nasıl getireceklerini pek düşünemiyorum. GERÇEKTEN. NE YAPACAKSIN VICTORIA? NE? Daha kaç kurşun sıkacaksın kalbimize!? (Kurşun yaraları hiç acıtmadı gerçi.)

Birkaç yerde bana şu ana dek okuduğum diğer distopyaları anımsattığı oldu. Kraliçedenemesi bana Seçim serisini - gerçi burada Gümüş'ler vardı sadece, Beni Seç'te her kasttan kız katılabiliyordu - ve Alttren (bunun ne olduğunu öğreneceksiniz okuyunca) bana Açlık Oyunları'nı düşündürdü. Eminim Kızıl Yükseliş okumuş olsaydım benzerliği bulabilirdim. Mare'nin diğer Gümüş'lerle antrenman yaptığı sahneler de biraz Uyumsuz'du. AMA bu beni hiç rahatsız etmedi, çünkü genç yetişkin distopya türü zaten birbirinden beslenen, üzerine koyarak gelişen ve ilerleyen bir tür bence. Bu bahsettiklerimin hiçbiri aşırı özgün şeyler değiller, yani bir başka kitapta onları andıran durumlarla karşılaşmak çok normal geliyor.

Onun dışında, kitapta birçok kere durup "Yahu, bu kitabı Onur abla çevirdi," diye düşündüm. Normalde bir kitap okurken, eğer çok sıkıntılı değilse, kimse oturup çevirmenine pek dikkat etmiyor. Ben etmezdim, en azından, fakat sonra Locke Lamora'nın Yalanları'nı okudum ve çeviri benim için bir tık daha önemli oldu. Hayatımda ilk defa oturup bir kitabın çevirmeni kim diye baktım. Bu kitabın çevirmenini tanıyor olmak beni her sayfada etkiledi, okurken "Acaba burada ne düşündü çevirirken?" diye kendi düşüncelerime daldım. Çeviride bir kere bile durup "Burası böyle çok sırıtmış," diye düşündüğüm de olmadı. Gerçekten çok başarılı bir çeviri olmuş, ellerine sağlık Onur abla!

Karakterlere geri dönmek gerekirse, Gisa ve Kilorn karakterlerini daha çok görebilmeyi isterdim. Gisa neyse de, en çok Kilorn'u görebilmek hoş olurdu, çünkü kızın bütün çocukluğunu beraber geçirdiği karakterler bunlar ve Kilorn ile üstü kapalı, orada olduğunu varsaydığım ama pekala olmamış olabilecek bir gönül olayları vardı. Detaylandırılabilirdi kesinlikle. Gerçi birçok şey detaylandırılabilirdi ama kitapta sürekli bir şeyler olduğu için, detaylandırmak kitaba en az 100 sayfa daha eklemek olurdu sanırım. 

Ayrıca kitabın kapağı çok mükemmel değil mi?

Ezgi Tülü

Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi. 2014'ten beri kitaplar hakkında konuşuyor.

9 yorum:

  1. vuhuu hem çok sevilen hem de Ezgi'den iyi puan alan bir kitap :D öyleyse okunacak^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sevmezsen lütfen kafamı kırma :D Böyle dedin de gerildim bak şimdi :D

      Sil
    2. hahah tamam çaktırmam :D

      Sil
  2. Yaaa çok teşekkürler ^_^Çok seviniyorum böyle şeyler okuyunca :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya bu çok hızlı bir geri dönüş oldu ama :3 Ablacım ama cidden çeviri çok iyiydi gerçekten. Diğer çevirilerin de elimde, okuyacağım bir ara ^-^

      Sil
  3. ya şarkılar çok güzel. Şuan çalan Warriors benim favori şarkılarımdandır kendisi.

    YanıtlaSil
  4. şimdi de little talks çalıyor ya. Çok güzelll

    YanıtlaSil
  5. 2.kitapta yan karakterler ön plana çıkmış ama gene kız genelde ön planda ilk kitap gibi fazla geride değiller. Ve ikinci kitap çok daha beter bir yerde bitiyor :(

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil