Yazarı: Merve Akıncı
Yayınevi: Müptela Yayınları
Sayfa Sayısı: 496
Goodreads Puanı: 4.08
Seri: -
“Elimden gelse hâli hazırda kenetlenmiş ellerimizden güç alıp onu bu evden kaçırırdım. Denizi görebileceğimiz bir yere giderdik belki... Hiç konuşmazdık. Dudaklarımız değil, dokunuşlarımız konuşurdu bizim yerimize... Başımı onun geniş omzuna yaslayıp burnumu boynuna gömerdim. Onun o tatlı kokusunu doya doya içime çekip gözlerimi yumardım. İnanıyorum ki birlikte olsak her şey daha güzel olacaktı. Belki daha kolay...”
Ailesi, kızkardeşinin tedavisi için Amerika'ya gittikten sonra Balkanlı Ailesi'nin evinde yaşamaya başlayan İde'nin hayatı, bir gün rüyasında evin oğlu Aslan'ı görmesiyle tamamen değişir.
Herkese ve her şeye karşı soğuk ve ilgisiz görünen Aslan Balkanlı'ya yavaş yavaş âşık olmaya başlayan İde, tutulmaya başladığı adamın buzlarını eritebilecek mi? Yaralı bir aşkın hayaletiyle boğuşan Aslan ise onu seven bir kadının varlığını kabul edebilecek mi?
UYARI: Kitabı okumamış ve/veya okuyacak kişilerin bu yorumu okumasını önermiyorum. Yazacağım şeyler spoiler niteliği taşır mı emin değilim fakat okuduğum sayfalar hakkında detaylı bir açıklamaya gireceğim. Ayrıca son derece uzun olacak, sıkılma tehlikesi var.
Doğrusu, bu yoruma nereden veya nasıl başlayacağım hakkında en ufak bir fikre dahi sahip değilim. Sanırım öncelikle, kitabın tamamlanmamış olarak rafa kaldırılacağını söyleyerek başlamak gerekir. Bitirmeyi umdum, bitirmeyi hedefledim ve bitirmeye oynadım; fakat günün sonunda, sadece 150 sayfadan sonra, kitabı sonuna kadar okumak için gereken zaman ve enerjiyi kullanarak en az iki kitap bitirebileceğimi fark ettiğimde, pes ederek kitabı rafa, bir daha dokunulmamak üzere kaldırma kararı aldım. Bunu bilerek okuyun bu yorumu; bu kitap sonuna kadar okunmadı.
Hayatımda ilk defa bir kitabı bu kadar hoyratça okudum sanırım; normalde kitapların kenarına bir şey olmasın diye son derece büyük bir özen gösterir, altını çizerken bile bayağı düşünürüm fakat bu kitapta alt çizmelerim çok garip noktalara gitti. En başta, bazı sahneler beni o kadar rahatsız ediyordu ki altlarını çizerek kendime zihnimde not düşüyordum: Burada bahsedilmesi gereken bir nokta var. Bir süre sonra, bu alt çizmelerime hoşuma giden sahneler de eklendi (ki okuduğum 150 sayfa içerisinde bunlardan pek fazla yoktu). Sonra bir bakmışım, kitabın her sayfasında bir not, her sayfasında en az ikişer post-it, her sayfasında altı çizili bir kısım ve kenarına bırakılmış birkaç kelimelik bir not...
İşte bu yorum o notlardan oluşacak çünkü o notlarsız ve post-it'lersiz ve altı çizilmiş yerler olmadan, tahminen söyleyecek pek bir şey bulamayabilirdim bu kitap hakkında. Olayların geçtiği sayfa numaralarını eklemeye çalışacağım fakat bazı noktalarda aklım gelecek sayfalara kaymış olabilir, o yüzden de yazı biraz dağılabilir, aldırmamaya çalışın.
Sayfa 20; "Şahmelek..."
Sesi fısıltıdan ibaretti. Dudaklarından kaçan bu büyülü kelimeyi o da beklemiyor olmalı ki uzun kirpiklerini birkaç kere kırpıştırdı.
Beni görmeyi beklemediği de açıktı. Ki benim de onu... İster istemez, gözlerim yüzündeki her mimiği hafızama kazıdı.
"Yani İde... Ne arıyorsun sen burada?"
Kitaba sert bir giriş yapıyoruz denebilir; İde, rüyasında Aslan'ı görüyor ve Aslan ona "Şahmelek," diye sesleniyor. (Bu kitabın daha önceki sayfalarında gerçekleşiyor.) Ardından biraz araştırıyor ve bu kelimenin "Güzeller güzeli, melekler kadar güzel," anlamına geldiğini öğreniyor. Şimdi... Kızımız bu kelimeyi hiç duymamış - ki anlamını bilmiyor - ya da duymuş ve bilinçaltına bir şekilde yerleşmiş, ve elbette Aslan'a ilgi duyduğundan bu kelime ile Aslan'ı birleştirerek kelimeyi onun ağzından duymuş rüyasında.
Buraya kadar sorun yok. Sorun, Aslan'ın ona aynı şekilde hitap etmesi, buna İde'nin rüyasından sonra başlaması ve bunu yaptığına kendisinin bile şaşırması. Bu sahneyi bir arkadaşıma anlattığımda bana "Acaba bu kitap paranormal de, sen mi bilmiyorsun?" diye sormuştu. Bir de, Aslan'ın "Yani İde..." diye düzeltmesi, biraz da toparlamaya çalıştığının belirtisi ya, bu kadar dramatik satırlar için çok sert bir bitiş olmuş bence.
Bu noktada Aslan ve İde arasında hiçbir şey olmadığını, sadece birbirlerini tanıdıklarını ve Aslan'ın İde'ye soğuk davrandığını söyleyebiliyoruz ve birden ona çıkıp Şahmelek diyor? Sonra şaşırıyor? ...
Sayfa 36; "Ben, şey... Iıı..."
"Söylesene, kızım?"
Kızım mı? Ah, Allah'ım sana geliyorum galiba!
"Şey... Kâbus! Evet, evet kâbus! Ben kâbus gördüm. Sonra bir hışımla buraya girmişim hiç farkında değilim inanın. Özür dilerim!" diye bir çırpıda konuştum.
Alıntı kısmı bu kadar, fakat sahneyi bilmeyenler için anlatayım biraz. İde - nedenini şimdi hatırlamıyorum - Aslan'ın odasına giriyor, kendisini tutamayarak saçına dokunuyor ve Aslan bir refleks ile aniden uyanıp onu yatağa çekerek üzerine çıkıyor. Sonra da bu konuşma yaşanıyor. Yani Aslan ona odasına ne aradığını sorduğunda.
Yani şimdi hangi aklı başında insan böyle bir sahneyi yaşar? Ha, yaşadıysanız sözüm meclisten dışarı fakat gerçekten... "Evet evet kabus," nasıl bir tepkidir? Bu sahneye yapacak çok bir yorum bulamıyorum zira post-it'in üzerine NO yazmış, altını da çizmişim. Sanırım bu kelime bu sahneye karşı olan hislerimi anlatmak için pekala yeterli.
Sayfa 51; Sarılmak, bir bedende iki kalp atışını hissetmekti. Öyle bir elektrikti ki sarıldığınızda her şey silinirdi yeryüzünden. Sadece o an olurdu. Sonsuz bir huzur kaplardı havayı... Tutku, istek ya da şehvet değildi.
Doğrusu bu kısmı, bu sarılma tanımını, gerçekten sevdim ve okuduğum sayfalar içerisinde üzerini renkli kalemle çizdiğim tek yer oldu. Kitabın geneline hakim olan aşırı dramatik anlatım burada da var elbette fakat sarılmanın İde için bu denli önemli, bu denli duygusal olması fikri ve yazarın bunu kelimelere döküş biçimi gerçekten hoşuma gitti. Sevdiğim nadir paragraflardandı sanırım. (Kendisi "alıntı" kategorisine girmektedir.)
Sayfa 52; Birden bire bu kadar hassas olması beni şaşırtmıştı. Demek ki duygu yoksunu biri değildi. En azından tamamen... Ama hala umutsuz bir duygu bakiriydi. Bahse varım "aşk" nedir bilmiyordu.
Bu İde'nin Aslan'la ilgili yaptığı varsayımlardan daha ilki. Şimdi, yorumda tekrara yola açmak istemediğim için kitabı biraz karıştırıp her seferinde benzer bir tepki verdiğim o kısımları da aşağı ekliyorum ve sayfa akışını bozuyorum. Amaan.
Sayfa 79; Kişiliğiyle bu kadar tezat bir şey yapması beni şaşırtıyordu. Sert, yeri gelince hükmedici, yakında bir şirket sahibi olacak bu adam; nezaketi, inceliği, narinliği seçmişti aslında piyano çalmayı seçerek...
Şimdi İde, Aslan'ı tanımadığını da farkında aslında, böyle onun hakkında yorumlar yaptığına bakmayın siz. Daha bu paragraftan önce, hemen yine aynı sayfada, "Onu her şeyiyle tanımak istediğimi bir kere daha kabul ettim," diyor. Yani kendi içinde çelişiyor ve bu karşılaşılan tek çelişki de değil. Ama ona sonra geleceğim. Şimdi, madem onu tanımadığının farkındasın, neden kafanda onunla ilgili bu kadar çok şey kuruyorsun ve sonra gerçek çıkmadıklarında şaşıyorsun?
En son şu paragrafta post-it'e Onu. Tanımıyorsun. YETER. yazmışım; sanırım o noktada gerçekten sıkılmıştım bu durumdan.
Sayfa 82; Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Çocuk Esirgeme Kurumu'na geldiğimizi gördüm. Bunu gerçekten beklemiyordum. Onun buraya bağış yapıyor olduğu, bağışı geç, gelip buradaki çocuklarla ilgilendiği hiç aklıma gelmezdi.
Aynı şekilde birkaç sayfa sonra da şöyle bir paragraf var:
Sayfa 87; Basit ve ucuz ilişki peşinde değildi. Aslında sorun, ilişki peşinde olmamasıydı. Kendini duygusal ilişkiye kapatmış biri gibi geliyordu. Daha önceden bu konuda yara almış mı diye merak ediyordum. Beni dış görünüşünden çok çeken, karakteriydi. Zor adamdı. Zor ama güzel adam...
Bundan sonra aynı konuyla ilgili yazı varsa bile sanırım bu kadar yeter, anlamışsınızdır artık niye bu kadar tepki verdiğimi bu duruma. İde, Aslan'ı tanımıyor. Gerçekten tanımıyor. İletişimleri oldukça az - aynı evde yaşamalarına rağmen, ki buna da geleceğim daha sonra - ve Aslan'la ilgili bilgi edinebileceği biri de yok pek. Gözlemlere dayalı şeyler söylüyor fakat aklında sürekli ve durmadan Aslan'la ilgili bir şeyler kuruyor olması, ardından da bu kurguların gerçekten farklı olduğunu görünce şaşırması dayanılacak gibi değildi çünkü bir değil iki değil, bu şey bitmek bilmeyen bir döngü gibiydi. Kafada kur >> Bir şeyler yaşa >> "Aaa, aslında böyle değilmiş."
Bakınız:
Sayfa 85; Aslan Balkanlı, bir kere daha beni bambaşka bir yönüyle tanıştırmıştı. Her geçen gün hem onun hakkında yeni ve şaşılacak şeyler öğreniyor, hem de bir o kadar uzaklaşıyorduk. Bugün ki ödevin sonucu ise Aslan Balkanlı kocaman ve güzel yürekli bir adamdı. Ve ben bu adamın ilgisini istiyordum.
Cümle yapısındaki sıkıntı görmezden gelinirse (ki gelinmeli, kitapta var böyle birkaç sıkıntılı yer daha), bu paragrafa da "Ama sen onu tanımıyorsun ki!" diyesim gelmişti. Evet, İde gibi sürekli isyan ettiğim başka karakterler de oldu ama hiçbirinde oturup gerçekten de isyanlarımı kenara not etme ihtiyacı duymamıştım.
Bazı yerlerde cidden durup da "İnsanlar konuşurken böyle cümleler kullanmıyor ya," dedirtti bana. Kitap eğer günlük dilde konuşan insanları da içermeseydi büyük bir sıkıntı olmazdı benim için fakat bir sahnede dramatik konuşup bir sahnede günlük dile dönmek pek hoş bir şey değil. Ayrıca, kim böyle bir şeyi gerçekten söyler?
Sayfa 53; "Benim için tam da küçük bir kızsın. Özellikle bugün gardını indirip bana gerçek seni gösterdiğinde bundan emin oldum."
Evet. Bizim Aslan Balkanlı söylüyormuş.
Aslan demişken, çok büyük bir sorun değil bu şimdi bahsedeceğim şey fakat bana biraz garip geldi. Belki kitabın ilerleyen noktalarında buna bir açıklık getiriyordur fakat şimdi yine sayfa 53'te Aslan'ın yaşını öğreniyoruz. Ondan önce İde onun 26 falan olduğunu düşünüyor fakat bu iş adamı 31 yaşında ve ailesiyle yaşıyor? Çok zenginler, işte haftasonları gittikleri evleri falan var, evleri bilmem kaç katlı, ama 31 yaşındaki koskoca adam annesi ve babasıyla yaşıyor? Ben bile en geç 20 yaşımda annemlerin evinden taşınmayı hedefliyorum ki bu adam bu kadar yıl o evde kalsın.
Ayrıca İde'nin durduk yere felsefe yapmak gibi kötü bir hobisi var. Yani, biliyorum bu tür karakterlerin iç konuşmaları buralara gidiyor fakat gerçekten, bir aşk romanında bunu demek gerekiyor muydu?
Sayfa 79; Çünkü biliyordum ki onlar gerçek değildi. Gerçek olmayacaklardı. Ben okuduktan sonra o adamlar çıkıp benim adamım olmayacaklardı. Ama ben umutsuzca o adamlardan arayacaktım her yerde... Bulamayınca da yalnızlığa mahkum olacakmışım gibi geliyordu. Kimseleri beğenmeyecektim çünkü... Romandakinden isteyecektim hep...
Aşk romanları okuyan her kızın bir noktada da olsa kafasından geçirdiği bir şey olduğunu düşünüyorum bunun, yani benim aklımdan geçmedi değil en azından, fakat bunu bir aşk romanı karakterine düşündürtmek, hele peşinde koştuğu adam tam da o "Romandaki adam" iken (ki Aslan karakterini o kadar tanımıyoruz ki sevip sevmediğimi bile bilmiyorum), bu biraz abes kaçmış bence. Ne bileyim. Kitap karakterleri bile kitaplardaki adamlara aşık oluyoruz derse, biz gerçek dünyadakiler ne yapacağız? :D
Bir de şu var:
Sayfa 80; "İde, sen benim için henüz çalınmamış bir notasın..."
Güzel cümle, kabul ediyorum fakat devamından sonra gelişenler İde'yi kendine gelmesi için sarsma isteği uyandırmıştı bende.
Sonrasında Aslan dedi ki: "İleriye dönük planım da hep bu şekilde kalmandan yana... Şimdi, sana iyi geceler."
Sonra İde'nin aklından geçenler: Şimdi daha net anlıyordum ki bu benden uzak dur, demenin en kibar ve anlaşılmaz haliydi söyledikleri... Ona olan ilgimi anlamıştı belki de... Yanlış anlaşıldığımı anlatacaktım. Yarın anlatacaktım.
Sonra aradan biraz zaman geçiyor ve İde gidip Aslan'a şunu diyor: "Hani o gün benden uzak dur, diye kibarca uyarmıştınız ya beni... Siz beni yanlış anladınız işte... Ben duygusal olarak sizinle ilgilenmiyorum, gerçekten. Merak... mesleğim gereği meraktan sadece. İnsan analizi yapm-" (Sayfa 90)
Bu da süregelen başka bir durum. Aslan'ın ona karmaşık sinyaller verdiği bir sır değil; bir gün yüzüne bakıyor bir başka gün tek kelime etmiyor. Bir soğuk bir sıcak, bir iyi bir kötü. Bir ilgili bir değil. Bir gün diyor "Seni ben bırakırım, koşma, sağlığın kötü," bir başka gün, şu an aklıma gelmiyor örnek gerçi ama işte soğuk bir şeyler diyor. Ve İde çok rahatsız bu durumdan fakat bence asıl dengesiz İde; Aslan'a karşı bir şeyler hissettiğini kendisine rahatlıkla söyleyebiliyor fakat iş Aslan'a söylemeye gelince, bunu inkar etmek için - ki bu kadar belli iken - kırk takla atıyor. Sonra Aslan'la öpüşüyorlar. Hatta o öpüyor. Ama sorarsanız, "Ben duygusal olarak sizinle ilgilenmiyorum, gerçekten."
Bu arada kızımızın şöyle bir başka iç konuşması daha var: Ben duygularımı saklamayı reddeden taraftım. Hayatım boyunca hep böyleydim. Hoşlanmışsam söylerdim. (Sayfa 96)
Yahu, sen değil miydin Aslan'a gidip "Sizinle ilgilenmiyorum," diyen? Hani duygularını saklamazdın? (Ezgi bu noktada saç baş yoluyor.)
Bir de Engin isimli bir karakter var. Bana sorarsanız o karakter ileri bölümlerde kesin bir arıza çıkartacak fakat şimdilik büyük bir şeyler yapmadı. Yapar ama onda o ışığı gördüm. İde bu karaktere karşı da dengesiz. Birazdan alıntıları ekleyeceğim ama şimdilik anlatayım.
Hiçbir şekilde çocuğa hayır demiyor ve bu çocuk bariz İde'den hoşlanıyor, sonra cüretkarlaşınca da "Benden izinsiz bana yakınlaşıyor," falan diye düşünüyor. Durun böyle olmayacak, alıntıları ekliyorum.
Aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. (Sahneden birkaç cümleyi çıkarttım, laf kalabalığına gerek yok.)
Sayfa 94; "Çok üstüne geliyorum değil mi?"
... Masada duran eline uzanıp konuşmama öyle başladım.
"Alakası bile yok! Sen böyle söyleyince kendimi kötü hissediyorum. Aslında hatalı benim..."
Gerçekten aslında hatalı olan o fakat tamamen farklı nedenlerden. Şu çocuğa bu kadar yakın davranmasan hiçbir sorun kalmayacak ama bunu göremiyorsun. Of, oturdum kitapla konuşuyorum yeniden. Sonra Ezgi neden post-it'ler ile kitaba yorum yazıyor. İlgisi olmayan biri - ne kadar yakın arkadaş da sayabilse Engin'i - eline uzanıp konuşmaz. Ve emin olun, okuduğum kadarıyla aralarındaki ilişki o yakınlıkta falan değil. Sonra altta gelişen durum var bir de, yine Engin'le ilgili, çok şaşırmıştım onda:
Sayda 102-103; Biz ne ara bütün duvarlarımızı yıkıp bu kadar samimi olmuştuk, bilmiyordum. Benim tarafımdan yıkılan duvarlar yoktu. Ama belli ki Engin öyle düşünmüyordu. Bana gözle görülür biçimde daha da yakın olmaya çalışıyordu ve başarıyordu. İznim olmadan...
Öncelikle kimse izinsiz bir şekilde sana "yakınlaşamaz". Deneyebilir ama pek yapabileceğini sanmıyorum. Yani tamam, sürekli peşinde dolanıyor falan ama, senin de ona pek hayır dediğin söylenemez ki İde.
"Bu arada, çok güzelsin de elbiseni boyu kısa değil mi biraz?"
Ne? Ona neydi ki? Bir şeyler yapma, bir şeyleri belli etme zamanım gelmişti galiba... Açıkça onunla ilgilenmediğimi söyleyemezdim. Kırılsın istemiyordum.
"Biraz değil, oldukça kısa... Ve beni bu kadar kısa giymekten alıkoyan hiçbir neden yok, şanslıyım."
Sonra da içinden şöyle geçiriyor: Onun davetlerine bu kadar sık evet dememeliydim sanırım. İstemeden onu cesaretlendiriyor olabilirdim. Bu karışıklığı daha sonra çözecektim.
Kitapta bu, Engin'le ilgili bir konuyu "Daha sonra çözecektim," diye kenara ilk ve tek koyuşu da değil ve ayrıca, gerçekten mi? Eğer bu kız karşımda olsaydı sanırım dert anlatmaya başladığı saniye onu sarsasım gelirdi, çünkü birazcık daha dürüst olsa, duygularını "belli etse" işleri o kadar kolaylaşacak ki. Hani ben cinnet geçirdim okurken. Sonra niye Engin'le şöyle bir sahne yaşıyorlar:
Sayfa 103; Gözleri kıpkırmızıydı ve gergindi. Her zamanki tatlı Engin değildi.
"Engin, neden geldin sen?"
"Seni evine bırakmak için güzellik..."
"İyi de ne gerek var? Ayrıca benim işlerim var. Gerek yok yani..." İşlerim falan yoktu. Onun arabasına binmeyecektim. Çok garipti. Kendinde görünmüyordu.
"Bu halde yürümene izin vermeyeceğim. Şu arabaya biner misin?" diyerek eteğimi işaret etti.
Hmm. Acaba bu çocuk bunları diyecek cesareti nereden alıyor da geliyor karşına? Sonra Engin özür falan diliyor ve bu kız ne yapıyor? Kabul ediyor! Ha, uzun süre yalvartsaydı demiyorum fakat bu olaydan sonra aralarına biraz mesafe koyar diye düşünüyor insan. Ama yok öyle bir şey; yine onunla bir yerlere falan gitmeye devam ediyor. Güya "bu karışıklığı" çözecek.
Sayfa 121; "Beni affetmedin mi hala? Özür dilemiştim. Belki bin defa hem de..."
"Yoo, unuttum gitti... Sadece bir daha o şekilde davranma, olur mu?"
"Yaptığımda yanlış herhangi bir şey yoktu ama seni kırdıysam özür dilerim. Dikkat edeceğim, güzellik... Nereye gidiyorsun? Bırakayım seni..."
Teklifini kabul ettim ve arabasına yerleştim.
Senin iznin olmadan sana yakınlaşıyor mu demiştin? Hmm?
Sayfa 122; Engin oldukça cüretkar davranmaya başlamıştı. Ona bu serbestliği ben mi veriyordum istemeden, bilmiyordum. Bana bu derece yakın olmasını istemiyordum. Öpmesini ya da sürekli aramasını, benimle ilgilenmesini de istemiyordum.
Buna diyecek bir şey bulamıyorum. Gerçekten, bulamıyorum. Sen git çocuğu kolayca affet, üzerine evet demeye devam et, sonra "Engin oldukça cüretkar davranmaya başlamıştı." Tabii canım, zaten tüm suç çocukta. Sen ona "bu serbestliği" hiç verir misin?
Ha bir de Aslan'ı arayıp şu sözleri söylemesi var: "Bakın ben yaptığım şeyden dolayı pişman değilim. Özür falan bekliyorsanız, beklemeyin çünkü dilemeyeceğim. Size iyi akşamlar," deyip cevabını beklemeden telefonu kapattım. (Sayfa 104)
Biri bana bu kızın dengesiz kafasının nerede satıldığını söyleyebilir mi? Böylece gidip bombalayabilir, dünyayı da, okuyucuları da, Aslan'ı da bu acıdan kurtarabilirim. Ona karşı duyguların olduğunu söyleyemiyorsun fakat onu öptüğün için pişman olmadığını bu şekilde söyleyebiliyorsun? (Ezgi bu noktada kitaba kızmayı bırakmaya çalışıyor. Değişmeyecek, kitap böyle gidecek, belli.)
Bu arada Aslan'ın İde'nin kokusunu sevdiğini ve her fırsatta dile getirdiğini söylemiş miydim? İde belki mest oluyor olabilir fakat ne zaman Aslan "nilüfer ve yasemin" temalı bir cümle kursa cidden bana baygınlıklar geldi. Öncelikle kokuyu hafızamda canlandırma gibi bir yeteneğim yok, o yüzden o iki kelimenin benim için bir anlamı olamıyor. Sonra, bir insan aynı şeyi defalarca nasıl sıkılmadan söyleyebilir? Yok şuranda benim için bir şey var, yok kokunu çok seviyorum vs.
Sayda 118; Acaba bugün ne günah işledim de böyle bir sahneye tanık oldum diye düşünüyordum. Arzu Aslan'ı kıskacına alana kadar pes etmeyecekti. Onu hafife almakla hata yapmıştım.
Bu sadece saçmalık. Arzu'nun Aslan'ın peşinde olduğunu zaten biliyor. Onu ilk gördüğü andan beri biliyor ve onun ne kadar güzel biri olduğunun da son derece farkında; onu hafife almak? Ha bir de, Aslan'ın annesi Aslan ile Arzu'nun arasını yapmaya çalışıyor. Evet adam 31 yaşında fakat annesi onun biriyle arasını yapmaya çalışıyor. Ve İde gidiyor, bu kadını hafife alıyor. Yanlış duymadınız.
Sayfa 128; Onu iş ortamı dışında çok merak ediyordum. Her zamanki gibi ketum mu olacaktı? Yoksa daha mı rahat davranacaktı, bilmiyordum.
Şimdi bunu neden buraya yazdığımı merak edenler olabilir. Elbette İde, Aslan'dan bahsediyor. Şöyle ki bu ikisi aynı evde yaşıyorlar ve bana sorarsanız İde'nin onu "iş ortamı dışında" görecek çok vakti olmak zorunda. Fakat kızımız evde ne yapıyor biliyor musunuz? Sürekli odasında, ya uyuyor ya duş alıyor ya kitap okuyor ya da dersleriyle uğraşıyor. Sonra İde neden "iş ortamı dışında çok merak ediyor"? Çünkü aynı evde yaşamalarına rağmen Aslan'la pek bir ilgi alakası yok. (Ezgi sakin kalmaya çabalar.)
Sonra bir de şu altından kısım var: O bir erkekti sonuçta... Küfür pek tabii edebilirdi. Hepsinin doğasında vardı zaten. (Sayfa 137)
Eminim bir bebeğin pipisi olduğu durumda anne karnından "küfür etme doğası" ile doğuyordur. Eminim öyledir. Başka açıklaması var mı? Erkekler neden küfreder? Çünkü doğalarında var!
Sayfa 139; Aslan'ı hiç bu kadar ateşli, seksi ve aynı zamanda ne yaptığını bilen biri olarak görmemiştim.
Bence bu düpedüz yalan. Detaya girmek istemiyorum. Zaten yeterince konuştum fakat hani... cidden mi? Bir kere "Güzel adam," diye hitap ediyorsun ona kendi içinde.
Bir de, kıza gereksiz fazla takma ad takıldı bence. Çağrı ona "rüya kız" diyor, Aslan ise "Şahmelek" (yani), "küçük kız" ve en son "kelebek". Sonrasında artıyor mu bu sayı bilmiyorum. Artması çok olası.
Alıntısız birkaç şey söylemek istiyorum: Kitapta çok fazla üç nokta var. Her konuşmada bir üç nokta olması fikri gerçekten rahatsız edici ve bana sorarsanız akıcılığı engelleyen şeylerden bir tanesi. Diğer biri de yukarıda bahsetmiş olmam gereken dramatik dil. Süslü bir anlatım kullanılması amacında akıcılığın katledildiğini düşünüyorum. Gerçi biraz daha akıcı olsa kitabı daha çok sever miydim? Pek ihtimal veremedim buna.
Buraya kadar sorun yok. Sorun, Aslan'ın ona aynı şekilde hitap etmesi, buna İde'nin rüyasından sonra başlaması ve bunu yaptığına kendisinin bile şaşırması. Bu sahneyi bir arkadaşıma anlattığımda bana "Acaba bu kitap paranormal de, sen mi bilmiyorsun?" diye sormuştu. Bir de, Aslan'ın "Yani İde..." diye düzeltmesi, biraz da toparlamaya çalıştığının belirtisi ya, bu kadar dramatik satırlar için çok sert bir bitiş olmuş bence.
Bu noktada Aslan ve İde arasında hiçbir şey olmadığını, sadece birbirlerini tanıdıklarını ve Aslan'ın İde'ye soğuk davrandığını söyleyebiliyoruz ve birden ona çıkıp Şahmelek diyor? Sonra şaşırıyor? ...
Sayfa 36; "Ben, şey... Iıı..."
"Söylesene, kızım?"
Kızım mı? Ah, Allah'ım sana geliyorum galiba!
"Şey... Kâbus! Evet, evet kâbus! Ben kâbus gördüm. Sonra bir hışımla buraya girmişim hiç farkında değilim inanın. Özür dilerim!" diye bir çırpıda konuştum.
Alıntı kısmı bu kadar, fakat sahneyi bilmeyenler için anlatayım biraz. İde - nedenini şimdi hatırlamıyorum - Aslan'ın odasına giriyor, kendisini tutamayarak saçına dokunuyor ve Aslan bir refleks ile aniden uyanıp onu yatağa çekerek üzerine çıkıyor. Sonra da bu konuşma yaşanıyor. Yani Aslan ona odasına ne aradığını sorduğunda.
Yani şimdi hangi aklı başında insan böyle bir sahneyi yaşar? Ha, yaşadıysanız sözüm meclisten dışarı fakat gerçekten... "Evet evet kabus," nasıl bir tepkidir? Bu sahneye yapacak çok bir yorum bulamıyorum zira post-it'in üzerine NO yazmış, altını da çizmişim. Sanırım bu kelime bu sahneye karşı olan hislerimi anlatmak için pekala yeterli.
Sayfa 51; Sarılmak, bir bedende iki kalp atışını hissetmekti. Öyle bir elektrikti ki sarıldığınızda her şey silinirdi yeryüzünden. Sadece o an olurdu. Sonsuz bir huzur kaplardı havayı... Tutku, istek ya da şehvet değildi.
Doğrusu bu kısmı, bu sarılma tanımını, gerçekten sevdim ve okuduğum sayfalar içerisinde üzerini renkli kalemle çizdiğim tek yer oldu. Kitabın geneline hakim olan aşırı dramatik anlatım burada da var elbette fakat sarılmanın İde için bu denli önemli, bu denli duygusal olması fikri ve yazarın bunu kelimelere döküş biçimi gerçekten hoşuma gitti. Sevdiğim nadir paragraflardandı sanırım. (Kendisi "alıntı" kategorisine girmektedir.)
Sayfa 52; Birden bire bu kadar hassas olması beni şaşırtmıştı. Demek ki duygu yoksunu biri değildi. En azından tamamen... Ama hala umutsuz bir duygu bakiriydi. Bahse varım "aşk" nedir bilmiyordu.
Bu İde'nin Aslan'la ilgili yaptığı varsayımlardan daha ilki. Şimdi, yorumda tekrara yola açmak istemediğim için kitabı biraz karıştırıp her seferinde benzer bir tepki verdiğim o kısımları da aşağı ekliyorum ve sayfa akışını bozuyorum. Amaan.
Sayfa 79; Kişiliğiyle bu kadar tezat bir şey yapması beni şaşırtıyordu. Sert, yeri gelince hükmedici, yakında bir şirket sahibi olacak bu adam; nezaketi, inceliği, narinliği seçmişti aslında piyano çalmayı seçerek...
Şimdi İde, Aslan'ı tanımadığını da farkında aslında, böyle onun hakkında yorumlar yaptığına bakmayın siz. Daha bu paragraftan önce, hemen yine aynı sayfada, "Onu her şeyiyle tanımak istediğimi bir kere daha kabul ettim," diyor. Yani kendi içinde çelişiyor ve bu karşılaşılan tek çelişki de değil. Ama ona sonra geleceğim. Şimdi, madem onu tanımadığının farkındasın, neden kafanda onunla ilgili bu kadar çok şey kuruyorsun ve sonra gerçek çıkmadıklarında şaşıyorsun?
En son şu paragrafta post-it'e Onu. Tanımıyorsun. YETER. yazmışım; sanırım o noktada gerçekten sıkılmıştım bu durumdan.
Sayfa 82; Bakışlarımı camdan dışarıya çevirdiğimde Çocuk Esirgeme Kurumu'na geldiğimizi gördüm. Bunu gerçekten beklemiyordum. Onun buraya bağış yapıyor olduğu, bağışı geç, gelip buradaki çocuklarla ilgilendiği hiç aklıma gelmezdi.
Aynı şekilde birkaç sayfa sonra da şöyle bir paragraf var:
Sayfa 87; Basit ve ucuz ilişki peşinde değildi. Aslında sorun, ilişki peşinde olmamasıydı. Kendini duygusal ilişkiye kapatmış biri gibi geliyordu. Daha önceden bu konuda yara almış mı diye merak ediyordum. Beni dış görünüşünden çok çeken, karakteriydi. Zor adamdı. Zor ama güzel adam...
Bundan sonra aynı konuyla ilgili yazı varsa bile sanırım bu kadar yeter, anlamışsınızdır artık niye bu kadar tepki verdiğimi bu duruma. İde, Aslan'ı tanımıyor. Gerçekten tanımıyor. İletişimleri oldukça az - aynı evde yaşamalarına rağmen, ki buna da geleceğim daha sonra - ve Aslan'la ilgili bilgi edinebileceği biri de yok pek. Gözlemlere dayalı şeyler söylüyor fakat aklında sürekli ve durmadan Aslan'la ilgili bir şeyler kuruyor olması, ardından da bu kurguların gerçekten farklı olduğunu görünce şaşırması dayanılacak gibi değildi çünkü bir değil iki değil, bu şey bitmek bilmeyen bir döngü gibiydi. Kafada kur >> Bir şeyler yaşa >> "Aaa, aslında böyle değilmiş."
Bakınız:
Sayfa 85; Aslan Balkanlı, bir kere daha beni bambaşka bir yönüyle tanıştırmıştı. Her geçen gün hem onun hakkında yeni ve şaşılacak şeyler öğreniyor, hem de bir o kadar uzaklaşıyorduk. Bugün ki ödevin sonucu ise Aslan Balkanlı kocaman ve güzel yürekli bir adamdı. Ve ben bu adamın ilgisini istiyordum.
Cümle yapısındaki sıkıntı görmezden gelinirse (ki gelinmeli, kitapta var böyle birkaç sıkıntılı yer daha), bu paragrafa da "Ama sen onu tanımıyorsun ki!" diyesim gelmişti. Evet, İde gibi sürekli isyan ettiğim başka karakterler de oldu ama hiçbirinde oturup gerçekten de isyanlarımı kenara not etme ihtiyacı duymamıştım.
Bazı yerlerde cidden durup da "İnsanlar konuşurken böyle cümleler kullanmıyor ya," dedirtti bana. Kitap eğer günlük dilde konuşan insanları da içermeseydi büyük bir sıkıntı olmazdı benim için fakat bir sahnede dramatik konuşup bir sahnede günlük dile dönmek pek hoş bir şey değil. Ayrıca, kim böyle bir şeyi gerçekten söyler?
Sayfa 53; "Benim için tam da küçük bir kızsın. Özellikle bugün gardını indirip bana gerçek seni gösterdiğinde bundan emin oldum."
Evet. Bizim Aslan Balkanlı söylüyormuş.
Aslan demişken, çok büyük bir sorun değil bu şimdi bahsedeceğim şey fakat bana biraz garip geldi. Belki kitabın ilerleyen noktalarında buna bir açıklık getiriyordur fakat şimdi yine sayfa 53'te Aslan'ın yaşını öğreniyoruz. Ondan önce İde onun 26 falan olduğunu düşünüyor fakat bu iş adamı 31 yaşında ve ailesiyle yaşıyor? Çok zenginler, işte haftasonları gittikleri evleri falan var, evleri bilmem kaç katlı, ama 31 yaşındaki koskoca adam annesi ve babasıyla yaşıyor? Ben bile en geç 20 yaşımda annemlerin evinden taşınmayı hedefliyorum ki bu adam bu kadar yıl o evde kalsın.
Ayrıca İde'nin durduk yere felsefe yapmak gibi kötü bir hobisi var. Yani, biliyorum bu tür karakterlerin iç konuşmaları buralara gidiyor fakat gerçekten, bir aşk romanında bunu demek gerekiyor muydu?
Sayfa 79; Çünkü biliyordum ki onlar gerçek değildi. Gerçek olmayacaklardı. Ben okuduktan sonra o adamlar çıkıp benim adamım olmayacaklardı. Ama ben umutsuzca o adamlardan arayacaktım her yerde... Bulamayınca da yalnızlığa mahkum olacakmışım gibi geliyordu. Kimseleri beğenmeyecektim çünkü... Romandakinden isteyecektim hep...
Aşk romanları okuyan her kızın bir noktada da olsa kafasından geçirdiği bir şey olduğunu düşünüyorum bunun, yani benim aklımdan geçmedi değil en azından, fakat bunu bir aşk romanı karakterine düşündürtmek, hele peşinde koştuğu adam tam da o "Romandaki adam" iken (ki Aslan karakterini o kadar tanımıyoruz ki sevip sevmediğimi bile bilmiyorum), bu biraz abes kaçmış bence. Ne bileyim. Kitap karakterleri bile kitaplardaki adamlara aşık oluyoruz derse, biz gerçek dünyadakiler ne yapacağız? :D
Bir de şu var:
Sayfa 80; "İde, sen benim için henüz çalınmamış bir notasın..."
Güzel cümle, kabul ediyorum fakat devamından sonra gelişenler İde'yi kendine gelmesi için sarsma isteği uyandırmıştı bende.
Sonrasında Aslan dedi ki: "İleriye dönük planım da hep bu şekilde kalmandan yana... Şimdi, sana iyi geceler."
Sonra İde'nin aklından geçenler: Şimdi daha net anlıyordum ki bu benden uzak dur, demenin en kibar ve anlaşılmaz haliydi söyledikleri... Ona olan ilgimi anlamıştı belki de... Yanlış anlaşıldığımı anlatacaktım. Yarın anlatacaktım.
Sonra aradan biraz zaman geçiyor ve İde gidip Aslan'a şunu diyor: "Hani o gün benden uzak dur, diye kibarca uyarmıştınız ya beni... Siz beni yanlış anladınız işte... Ben duygusal olarak sizinle ilgilenmiyorum, gerçekten. Merak... mesleğim gereği meraktan sadece. İnsan analizi yapm-" (Sayfa 90)
Bu da süregelen başka bir durum. Aslan'ın ona karmaşık sinyaller verdiği bir sır değil; bir gün yüzüne bakıyor bir başka gün tek kelime etmiyor. Bir soğuk bir sıcak, bir iyi bir kötü. Bir ilgili bir değil. Bir gün diyor "Seni ben bırakırım, koşma, sağlığın kötü," bir başka gün, şu an aklıma gelmiyor örnek gerçi ama işte soğuk bir şeyler diyor. Ve İde çok rahatsız bu durumdan fakat bence asıl dengesiz İde; Aslan'a karşı bir şeyler hissettiğini kendisine rahatlıkla söyleyebiliyor fakat iş Aslan'a söylemeye gelince, bunu inkar etmek için - ki bu kadar belli iken - kırk takla atıyor. Sonra Aslan'la öpüşüyorlar. Hatta o öpüyor. Ama sorarsanız, "Ben duygusal olarak sizinle ilgilenmiyorum, gerçekten."
Bu arada kızımızın şöyle bir başka iç konuşması daha var: Ben duygularımı saklamayı reddeden taraftım. Hayatım boyunca hep böyleydim. Hoşlanmışsam söylerdim. (Sayfa 96)
Yahu, sen değil miydin Aslan'a gidip "Sizinle ilgilenmiyorum," diyen? Hani duygularını saklamazdın? (Ezgi bu noktada saç baş yoluyor.)
Bir de Engin isimli bir karakter var. Bana sorarsanız o karakter ileri bölümlerde kesin bir arıza çıkartacak fakat şimdilik büyük bir şeyler yapmadı. Yapar ama onda o ışığı gördüm. İde bu karaktere karşı da dengesiz. Birazdan alıntıları ekleyeceğim ama şimdilik anlatayım.
Hiçbir şekilde çocuğa hayır demiyor ve bu çocuk bariz İde'den hoşlanıyor, sonra cüretkarlaşınca da "Benden izinsiz bana yakınlaşıyor," falan diye düşünüyor. Durun böyle olmayacak, alıntıları ekliyorum.
Aralarında şöyle bir konuşma geçiyor. (Sahneden birkaç cümleyi çıkarttım, laf kalabalığına gerek yok.)
Sayfa 94; "Çok üstüne geliyorum değil mi?"
... Masada duran eline uzanıp konuşmama öyle başladım.
"Alakası bile yok! Sen böyle söyleyince kendimi kötü hissediyorum. Aslında hatalı benim..."
Gerçekten aslında hatalı olan o fakat tamamen farklı nedenlerden. Şu çocuğa bu kadar yakın davranmasan hiçbir sorun kalmayacak ama bunu göremiyorsun. Of, oturdum kitapla konuşuyorum yeniden. Sonra Ezgi neden post-it'ler ile kitaba yorum yazıyor. İlgisi olmayan biri - ne kadar yakın arkadaş da sayabilse Engin'i - eline uzanıp konuşmaz. Ve emin olun, okuduğum kadarıyla aralarındaki ilişki o yakınlıkta falan değil. Sonra altta gelişen durum var bir de, yine Engin'le ilgili, çok şaşırmıştım onda:
Sayda 102-103; Biz ne ara bütün duvarlarımızı yıkıp bu kadar samimi olmuştuk, bilmiyordum. Benim tarafımdan yıkılan duvarlar yoktu. Ama belli ki Engin öyle düşünmüyordu. Bana gözle görülür biçimde daha da yakın olmaya çalışıyordu ve başarıyordu. İznim olmadan...
Öncelikle kimse izinsiz bir şekilde sana "yakınlaşamaz". Deneyebilir ama pek yapabileceğini sanmıyorum. Yani tamam, sürekli peşinde dolanıyor falan ama, senin de ona pek hayır dediğin söylenemez ki İde.
"Bu arada, çok güzelsin de elbiseni boyu kısa değil mi biraz?"
Ne? Ona neydi ki? Bir şeyler yapma, bir şeyleri belli etme zamanım gelmişti galiba... Açıkça onunla ilgilenmediğimi söyleyemezdim. Kırılsın istemiyordum.
"Biraz değil, oldukça kısa... Ve beni bu kadar kısa giymekten alıkoyan hiçbir neden yok, şanslıyım."
Sonra da içinden şöyle geçiriyor: Onun davetlerine bu kadar sık evet dememeliydim sanırım. İstemeden onu cesaretlendiriyor olabilirdim. Bu karışıklığı daha sonra çözecektim.
Kitapta bu, Engin'le ilgili bir konuyu "Daha sonra çözecektim," diye kenara ilk ve tek koyuşu da değil ve ayrıca, gerçekten mi? Eğer bu kız karşımda olsaydı sanırım dert anlatmaya başladığı saniye onu sarsasım gelirdi, çünkü birazcık daha dürüst olsa, duygularını "belli etse" işleri o kadar kolaylaşacak ki. Hani ben cinnet geçirdim okurken. Sonra niye Engin'le şöyle bir sahne yaşıyorlar:
Sayfa 103; Gözleri kıpkırmızıydı ve gergindi. Her zamanki tatlı Engin değildi.
"Engin, neden geldin sen?"
"Seni evine bırakmak için güzellik..."
"İyi de ne gerek var? Ayrıca benim işlerim var. Gerek yok yani..." İşlerim falan yoktu. Onun arabasına binmeyecektim. Çok garipti. Kendinde görünmüyordu.
"Bu halde yürümene izin vermeyeceğim. Şu arabaya biner misin?" diyerek eteğimi işaret etti.
Hmm. Acaba bu çocuk bunları diyecek cesareti nereden alıyor da geliyor karşına? Sonra Engin özür falan diliyor ve bu kız ne yapıyor? Kabul ediyor! Ha, uzun süre yalvartsaydı demiyorum fakat bu olaydan sonra aralarına biraz mesafe koyar diye düşünüyor insan. Ama yok öyle bir şey; yine onunla bir yerlere falan gitmeye devam ediyor. Güya "bu karışıklığı" çözecek.
Sayfa 121; "Beni affetmedin mi hala? Özür dilemiştim. Belki bin defa hem de..."
"Yoo, unuttum gitti... Sadece bir daha o şekilde davranma, olur mu?"
"Yaptığımda yanlış herhangi bir şey yoktu ama seni kırdıysam özür dilerim. Dikkat edeceğim, güzellik... Nereye gidiyorsun? Bırakayım seni..."
Teklifini kabul ettim ve arabasına yerleştim.
Senin iznin olmadan sana yakınlaşıyor mu demiştin? Hmm?
Sayfa 122; Engin oldukça cüretkar davranmaya başlamıştı. Ona bu serbestliği ben mi veriyordum istemeden, bilmiyordum. Bana bu derece yakın olmasını istemiyordum. Öpmesini ya da sürekli aramasını, benimle ilgilenmesini de istemiyordum.
Buna diyecek bir şey bulamıyorum. Gerçekten, bulamıyorum. Sen git çocuğu kolayca affet, üzerine evet demeye devam et, sonra "Engin oldukça cüretkar davranmaya başlamıştı." Tabii canım, zaten tüm suç çocukta. Sen ona "bu serbestliği" hiç verir misin?
Ha bir de Aslan'ı arayıp şu sözleri söylemesi var: "Bakın ben yaptığım şeyden dolayı pişman değilim. Özür falan bekliyorsanız, beklemeyin çünkü dilemeyeceğim. Size iyi akşamlar," deyip cevabını beklemeden telefonu kapattım. (Sayfa 104)
Biri bana bu kızın dengesiz kafasının nerede satıldığını söyleyebilir mi? Böylece gidip bombalayabilir, dünyayı da, okuyucuları da, Aslan'ı da bu acıdan kurtarabilirim. Ona karşı duyguların olduğunu söyleyemiyorsun fakat onu öptüğün için pişman olmadığını bu şekilde söyleyebiliyorsun? (Ezgi bu noktada kitaba kızmayı bırakmaya çalışıyor. Değişmeyecek, kitap böyle gidecek, belli.)
Bu arada Aslan'ın İde'nin kokusunu sevdiğini ve her fırsatta dile getirdiğini söylemiş miydim? İde belki mest oluyor olabilir fakat ne zaman Aslan "nilüfer ve yasemin" temalı bir cümle kursa cidden bana baygınlıklar geldi. Öncelikle kokuyu hafızamda canlandırma gibi bir yeteneğim yok, o yüzden o iki kelimenin benim için bir anlamı olamıyor. Sonra, bir insan aynı şeyi defalarca nasıl sıkılmadan söyleyebilir? Yok şuranda benim için bir şey var, yok kokunu çok seviyorum vs.
Sayda 118; Acaba bugün ne günah işledim de böyle bir sahneye tanık oldum diye düşünüyordum. Arzu Aslan'ı kıskacına alana kadar pes etmeyecekti. Onu hafife almakla hata yapmıştım.
Bu sadece saçmalık. Arzu'nun Aslan'ın peşinde olduğunu zaten biliyor. Onu ilk gördüğü andan beri biliyor ve onun ne kadar güzel biri olduğunun da son derece farkında; onu hafife almak? Ha bir de, Aslan'ın annesi Aslan ile Arzu'nun arasını yapmaya çalışıyor. Evet adam 31 yaşında fakat annesi onun biriyle arasını yapmaya çalışıyor. Ve İde gidiyor, bu kadını hafife alıyor. Yanlış duymadınız.
Sayfa 128; Onu iş ortamı dışında çok merak ediyordum. Her zamanki gibi ketum mu olacaktı? Yoksa daha mı rahat davranacaktı, bilmiyordum.
Şimdi bunu neden buraya yazdığımı merak edenler olabilir. Elbette İde, Aslan'dan bahsediyor. Şöyle ki bu ikisi aynı evde yaşıyorlar ve bana sorarsanız İde'nin onu "iş ortamı dışında" görecek çok vakti olmak zorunda. Fakat kızımız evde ne yapıyor biliyor musunuz? Sürekli odasında, ya uyuyor ya duş alıyor ya kitap okuyor ya da dersleriyle uğraşıyor. Sonra İde neden "iş ortamı dışında çok merak ediyor"? Çünkü aynı evde yaşamalarına rağmen Aslan'la pek bir ilgi alakası yok. (Ezgi sakin kalmaya çabalar.)
Sonra bir de şu altından kısım var: O bir erkekti sonuçta... Küfür pek tabii edebilirdi. Hepsinin doğasında vardı zaten. (Sayfa 137)
Eminim bir bebeğin pipisi olduğu durumda anne karnından "küfür etme doğası" ile doğuyordur. Eminim öyledir. Başka açıklaması var mı? Erkekler neden küfreder? Çünkü doğalarında var!
Sayfa 139; Aslan'ı hiç bu kadar ateşli, seksi ve aynı zamanda ne yaptığını bilen biri olarak görmemiştim.
Bence bu düpedüz yalan. Detaya girmek istemiyorum. Zaten yeterince konuştum fakat hani... cidden mi? Bir kere "Güzel adam," diye hitap ediyorsun ona kendi içinde.
Bir de, kıza gereksiz fazla takma ad takıldı bence. Çağrı ona "rüya kız" diyor, Aslan ise "Şahmelek" (yani), "küçük kız" ve en son "kelebek". Sonrasında artıyor mu bu sayı bilmiyorum. Artması çok olası.
Ben yorumuna beş puan veriyorum Ezgi. Shdbkzms Cidden içimdeki herşeyi anlatmışsın. Tek sevdiğim şey kapağı.
YanıtlaSilKapağını ben de beğendim ksdjf
SilAhahaha. :D Yorumun çok hoşuma gitti. İşte sırf bu yüzden Türk yazar okumuyorum.
YanıtlaSilBen şu ana kadar sadece Asude'nin Dikkat Aşk Çıkabilir'in sonuna gelebildim, onun dışında hangi Türk yazara başladıysam hep yarım kaldı ve yarım bıraktığım her kitaba da yorum girmiyorum öyle düşünelim :D
SilPuCCa falan okudun mu hiç?
SilHayır... Okumayı da planlamıyorum aslında
SilOkumada zaten. :D :D :D Feci komik dedikleri için bir şans vereyim demiştim. İçinde edebiyattan gram bir şey yok kitabın. Bildiğin dedikodu anlatır gibi yada blog yazar gibi yazmış kitabı. -_-
SilYorumu okurken kahkaha attım :D Okurken böyle ayrıntılı incelememişim onu fark ettim. Ezgi bu yorum çok iyi olmuş BA-YIL-DIM! :D
YanıtlaSilAyrıntılı inceleseydin tahminen beğenimiz aynı noktada olurdu aşkısı :D
SilArkadaşlarım kitabı öve öve göklere çıkarınca okusam mı okumasam mı tereddüte düşmüştüm. Bu yorumu okuyunca büyük bir pişmanlığı son anda sıyırdım sanırım, yirmi liram bir hiçe gidecekti yoksa. Kitapta sevdiğim iki şey var; ayracı ve sırtı...
YanıtlaSilYa istersen kendiminkini göndereyim diyeceğim de, benimkinin şu an müsvedde kağıtlarından pek bir farkı kalmadı gibi... Post-itler falan filan nedeniyle :D
SilŞahmelek pişmanlıktır :( :(
YanıtlaSilSonuna kadar hem de!...
Silİçin nasıl dolmuşsa roman gibi yorum olmuş :D Aynı şeyi ben de Çilek Mevsimi için yaşadım. Tekrar başlamayı düşünüyorum sırf düzgün bir yorum yazmak için.
YanıtlaSilEngin kitabın sonunda İde ile arabada kaza yapıyor. Ve sana KESİNLİKLE katılıyorum. Özellikle Engin konusunda. Ve kitabın ilk sayfalarından nefret ettim. "Yok, siz yanlış anladınız ben sizden hoşlanır mıyım hiç hehe" vesaire vesaire..
YanıtlaSilTek sevdiğim yer sonları oldu, bence ortaları geçip kaza yaptıktan sonraki sayfalardan okumaya devam et. Zaten 30 sayfa falandı ortalama