Adı: Kurucunun Kızı
Orijinal Adı: The Book of Ivy
Yazarı: Amy Engel
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Goodreads Puanı: 4.21
Sayfa Sayısı: 272
Seri: The Book of Ivy #1
Çıkış Tarihi: 9 Mayıs 2015
Tanıtım
Dehşet verici bir nükleer savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri büyük ölçüde yok edilmiş, sadece küçük bir grup hayatta kalmıştı. Geriye kalanları kimin yöneteceği konusunda Lattimer’lar ve Westfall’lar arasında çıkan savaşı Westfall ailesi kaybetmişti. Ve beş yıl sonra barış ve kontrol, her yıl yapılan bir törenle, kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerinin evlendirilmesiyle sağlanmaktaydı.
Bu yıl benim sıram gelmişti.
Benim adım Ivy Westfall ve görevim basitti: Başkan’ın oğlunu, müstakbel kocamı öldürmek ve Westfall ailesinin gücünü geri kazanmasını sağlamak.
Ama görünen o ki, Bishop Lattimer ya çok yetenekli bir oyuncu ya da ailemin iddia ettiği gibi kalpsiz, zalim bir çocuk değil. Hatta beni bu dünyada gerçekten anlayan tek kişi bile olabilir. Ama kaderimden kaçmama imkân yok. Ben Westfall mirasını geri alacak kişiyim.
Bishop ölmeli. Ve onu öldüren ben olmalıyım...
“Bir oturuşta okudum. İ-NA-NIL-MAZ-DI! O nasıl bir sondu öyle?!”
— Wendy Higgins, Tatlı Şeytan ve Tatlı Tehlike romanlarının yazarı
“Etkileyici ve ince düşünülmüş bir dünya, merak uyandırıcı bir başlangıç, cesur bir kahraman.”
— Kirkus Reviews
“Güçlü karakterler, karmaşık ilişkiler, politik entrikalar ve ihanet, kitabı elinizden bırakmanıza engel olacak; daha fazlası için sabırsızlanacaksınız!”
— School Library Journal
“Kurucunun Kızı’nda bir distopyada arayacağınız her şey var: tüyler ürpertici bir olay örgüsü, heyecan verici karakterler ve her kelimesi özenle yazılmış bir hikâye.”
— Insightful Minds Reviews
Uyandığımda
dışarısı karanlıktı. Sırtüstü yattım, gözlerim uykudan dolayı bulanıktı ve beni
neyin uyandırdığını anlamaya çabalıyordum. İlk başta hiçbir şey yoktu; sadece
pencerenin dışındaki hafif kuş cıvıltıları, kafamın üstündeki tavan
vantilatörünün sesi. Dönüp biraz daha uyuyacaktım ki, tekrardan duydum; bu,
mutfak dolabının kapanma sesiydi. Saat Bishop’ın genelde uyandığından daha
erkendi ve gerçekten sessiz olmaya çalışıyordu. Bunu mutfaktan gelen seslerin
dikkatli ve ayak seslerinin hafif oluşundan anladım.
Mutfak girişinde belirdiğimde onu korkuttum, hâlâ uykulu
gözlerimi ovalıyordum. Sonradan üzerimde sadece kolsuz tişörtüm ve külotum
olduğunu fark ettim, nehirde giydiğim bikini düşünüldüğünde, sanırım daha önce
görmediği bir şey değildi. “Ne yapıyorsun?” diye sordum.
Tişört ve şort giymişti, saçı uykudan dolayı darmadağınıktı.
Gözleri çıplak bacaklarımda gezdi, ardından yüzüme yükseldi. Kızarmamayı
başardım. “Hiçbir şey,” dedi. Tezgâhtaki açık sırt çantasını saklamaya çalışmıyordu,
ancak fark etmemi de istemediğini söyleyebilirdim. “Daha erken. İstiyorsan
yatağa geri gidebilirsin.”
“Peki.” Döndüm ve yatak odasına gittim ama yatağa
girmedim. Onun yerine kıyafetlerimi ve ayakkabıları giydim, saçımı kafamın
tepesinde topuz yaptım ve arkasından kapının hafifçe kapandığını duyana kadar
bekledim. Sonra mutfağa bir su kabı için koştum ve ardından sessizce dışarı
çıktım.
Neden onu takip ettiğimi enine boyuna düşünmedim, ama
neler çevirdiğini bilmek istiyordum, neden benden bir şeyler sakladığını. Ondan
sakladıklarımın sayısını düşündüğümde, bu komikti. Ancak neler yaptığını
keşfetmek istiyordum ve öğrenmek için etrafta gizlice dolaşmaktan
çekinmiyordum.
Onu görülmeden ya da duyulmadan takip etmek zordu.
Nehre giderken girdiğimiz yolda yürüdü, en azından ilk başta, fakat ormanda
hızla ve kendinden emin hareket ediyordu; uzanıp beni çizecek yerleri
rahatlıkla bulan düşmüş ağaç parçaları ya da dalları arasında o neredeyse hiç
yavaşlamıyordu. Ayak seslerinin benimkileri bastırdığını umuyordum, çünkü pek
sessiz sayılmazdım, noktalar arasında onu görüşümde tutmak için koşmak zorunda
kalıyordum.
Sağımızda nehri duyduğumda göletin yakın olduğunu
biliyordum, ama sola yöneldi, yoldan çıktı ve karmakarışık çalılıklara daldı.
Ardından devam etmeden önce soluklanmak için bir saniyeliğine bir ağacın
gövdesine yaslandım. Sarmaşıklar ayak bileklerime dolanıyor, yapraklar çıplak
kollarıma vuruyordu. Yere yarı gömülü bir kayadan kaçmayı başardım, ancak
ayağım ağaç köküne takıldı ve sertçe sağ kolunum üzerine düştüm.
Bir dakika orada yattım, sıkılmış dişlerimden nefes
alıp veriyordum. Canım çok yanmamıştı ama şaşkındım, kolumdan ufak bir damla
kan akıyordu. Bu çok kötü bir fikirdi ama artık geri dönmek için çok geçti. Ne
yaptığını öğrenmem gerekiyordu. Önce dizlerimin ve sonra ayaklarımın üzerine
kalkarak peşinden gittim. Onu görüşümden tamamen kaybetmiştim; başımı
kaldırdım, bir şey duymayı umuyordum. Sessizlikten başka bir şey yoktu. Gürültü
çıkarmayı göze alarak Bishop’ın son gittiği yöne doğru koştum, engellerin
üzerinden atladım, bir yerlerde mavi tişörtünü yakalamak için çaba sarf
ediyordum.
Tekrar durdum, dinledim. İleriden, biraz sağımdan hafif
konuşma sesleri geliyordu. Erken sabah esintisindeki yaprakların fısıltıları
yüzünden duymak zordu. Seslerin ne dediklerini duyamıyordum ama derin olanın
Bishop’a ait olduğundan emindim. Artık daha yavaş ilerliyordum, sesin yönüne
hareket ederken her adımımı sessizce atmaya dikkat ediyordum.
Tam olarak nerede olduğumdan emin değildim. Nehri artık
duyamıyordum, fakat ileride ve ağaçların ötesinde, günışığının metalden
yansıdığını gördüm. Çit. Bishop çitte ne yapıyordu?
Çekiliş
a Rafflecopter giveaway
Çekiliş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder