Adı: Muzlu Pastam
Yazarı: Betül Güçlü
Yayınevi: Müptela Yayınları
Sayfa Sayısı: 296
Goodreads Puanı: -
Seri: -
Format: Ciltli
Puanım: 5 üzerinden 2
Bu kitabı yemek isteyeceksiniz! Muzlu Pastam Süper Dadı'nın yazarı Betül Güçlü'nün ikinci kitabı, daha ilk dokunuşunuzda yüzünüzü güldürecek. Gerçek bir pastacının, gerçek bir pastaya benzeyen ve en az pasta kadar tatlı bir aşk hikâyesini anlattığı bu kitap, her yaştan okura hitap ediyor.
Bir tutam aşk,
Kocaman beyaz bir bulut,
Biraz peri tozu,
Azıcık inat,
Bi' çimdik kıskançlık,
Bolca tutku…
Betül Güçlü'nün bu özel formül ile hazırladığı Muzlu Pastam'ın tadı damağınızda kalacak. Belki bir gün sizin kapınıza da küçük bir kutu bırakırlar, kim bilir?
Ben uyarımı yapayım da.
Büyük beklentilerle başladığım bir kitap değildi Muzlu Pastam. Seveceğim yönünün, sevmeyeceğim yönünden daha az olacağını tahmin ediyor fakat yine de, insanı acıktıran tasarımı ve bütün o tatlılık aurası nedeniyle, o ya da bu şekilde bende bir merak, bir okuma isteği uyandırabildi. Bu tarz kitaplar beni pek sarmadığı için genel olarak uzak durmayı tercih ediyorum fakat bunu okumasaydım bir süre boyunca sürekli bu kitabı düşüneceğimi bildiğimden, "Aman, ne kaybederim sanki?" düşüncesiyle aldım ve okudum.
Kitapta hoşuma giden ve gitmeyen şeyler vardı elbette fakat verdiğim puandan da görebileceğiniz üzere negatif düşüncelerim pozitif olanlardan biraz daha fazla. Normalde, yorumlarımı listeler halinde yapmayı pek tercih etmesem ve paragraflar kullansam da, bu kitapta değinilmesi gereken her noktadan bahsettiğimi garantilemek adına bir liste yapmayı uygun gördüm.
Beğendiğim şeyler:
- Tasarımı! Kitabın ister kapağı, ister iç cildi, ayracı ya da fuarda kitapla birlikte verilen minik defteri olsun, sevmediğim tek bir şey yoktu. Hatta biraz utanarak itiraf ediyorum, beni kitaba çekenler de bunlar oldu. Tasarıma, görselliğe çok önem verdiğimden bu tür şeyler benim ilgimi yakalıyor. Pembe renk çok şirin olmuş ve her ne kadar adı Muzlu Pastam olan bir kitaba yumuşak bir sarı tonunu daha çok yakıştırsam da, kitabın tasarımının hedeflenen şirinlik ve tatlılıkta olduğunu da inkar edemem.
- Bazı espriler beni gülümsetti. Kitap, benim tarafımdan bir romantik komedi olarak adlandırılmayacak de olsa, kitapta güldüğüm, gülümsediğim, keyiflendiğim espri yok değildi. Bu tüm espriler için geçerli değil fakat şimdi hoşuma giden kısımların hakkını yememek lazım.
- Bulut'un bir ilişkide en çok değer verdiği şeyin güven olması. Bu kesinlikle beğendiğim, onayladığım bir nokta ve Bulut'un gözümdeki yerini kesinlikle yükseltti. Doğru ve sağlam bir ilişki için güven gerekiyor, bence en azından, ve bu düşüncemi bir kitap karakterinde bu denli baskın bir şekilde görmek böyle içten içe bir gurur duymama neden oldu. (Anlamsızca. :P)
- Akıcıydı. Kitabı yirmi dört saatten kısa bir sürede bitirmem buna bir kanıt olarak gösterilebilir elbette. Uzun değildi fakat uzun olsaydı bile akıp dilen anlatımı sayesinde kısa bir sürede bitirilebilirdi. Hiçbir sahnede kelimeler ilerlemiyormuş gibi hissetmedim ve okumak için kendimi sıktığım, zorladığım da olmadı.
- Giray ve Bulut arasındaki dostluk ve kardeşlik. Buna çok bir şey diyemem sanırım. İki kuzen arasındaki bu samimi ilişki gerçekten hoşuma gitti. Birbirlerini bu kadar iyi tanımaları, anlamaları ve birbirlerine her daim destek olmaları... Hoşa giden, sağlam bir ilişkileri vardı. (Takdir edildiniz gençler.)
- "Sen gittin ve ben perdeleri takamıyorum!" Bulut ve Destan'ın kavgalı olduğu dönemde, Destan'ın Bulut'a küçük bir kriz anında söylediği bu söz sanırım kitaptaki tüm cümleler içinden en sevdiğim olabilir. Bir insanın bir diğerine ne kadar alıştığı, yokluğunda ne kadar eksik hissettiği, birlikte yaşadıkları hayatın ne kadar da olması gerekenleştiği üzerine çok söz söylenebilir bu cümle üzerine bana sorarsanız fakat bunları söyleyemiyorum (çünküsünü beğenmediklerim listesinde anlatacağım).
Fakat şu an düşünüyorum da, kitapta gerçekten daha fazla beğenmediğim, hoşuma gitmeyen, yüzümü buruşturmama neden olan olay veya durum var. Düşünüyorum fakat kendimi kitapta neleri beğendiğimi hatırlamaya zorlayamıyorum çünkü ne zaman güzel bir şeyler bulmaya çalışsam, beğenmediğim noktalar aklıma hücum ediyor.
Beğenmediğim şeyler:
- Eylül ile Zeynep'in hal ve tavırları. Boş yere kavga çıkaran, sürekli trip atan, bir dedikodudan ötekine koşan, insanın özelinin özel kalması isteğine saygı duymayan, genel olarak gürültücü insanlara ve karakterlere duyduğum antipati beni bu kitapta da rahat bırakmadı. Eylül'ün Giray'ın sevgilisi, Zeynep'in de Destan'ın en yakın arkadaşı olması nedeniyle ikisini de yeterince gördük kitapta ve açıkçası bana üç yüz sayfa yetti de arttı bu konuda.
- Bulut ve Giray'ın (ama en çok Giray'ın) sahiplenici tavırları. Giray'ın Eylül'ün kılık kıyafetine karışması veya bir sahnede ikilinin kızların lunaparkta hangi araçlara bineceklerine karar vermeleri açıkçası bana çok dokundu. Sevgilisi de olsa, bir insan bir başka insanın bu tarz kararlarına karşıma hakkında sahip değildir. Öneride ya da uyarıda bulunabilir elbette. Giray karakterini genel olarak sevsem de, "O eteği giyersen eteği yakarım!" tarzı tavırları fazlasıyla iticiydi.
- Kitabın anlatım dili. Kitap, iki farklı şekilde yazılmıştı: Birinci şahıstan anlatım ki burada Destan'ın ağzından dinliyorduk olan biteni, bir de üçüncü şahıstan anlatım ki burada da Destan'ın görüp bilemeyeceği şeylerin olduğu zamanlar vardı. Ben değil anlatım değiştiren kitaplar, bakış açısı değiştirenlere bile pek sıcak bakmadığım için, kitabın yarısının üçüncü, yarısının da birinci şahıstan anlatılması beni çok rahatsız etti. Bir anlatıma karar verilmeli ve onunla ilerlemeliydi kitap bence.
- Kitabın konusu çok basit, olay örgüsü ise sıradan ve tahmin edilebilirdi. Ben ki konu anlatmakta beceriksiz Athena, Muzlu Pastam'ın konusunu iki saniyede çözdüm. Bakın sizlere de söylüyorum: Destan adlı kızın, pastanesini kurtarmak adına açtığı kursa gelen öğrencilerden Bulut'a aşık olması, ilişkileri. Yan konu olarak da Giray ve Eylül çifti vardı. Bütün kitabın olayı gerçekten de iki adet aşk hikayesinden başka bir şey değildi. Bulut ve Destan tanıştı, sevgili oldu, kavga edip bir süre ayrı kaldı, tekrar bir araya geldi, evlendi, çocuk yaptı. Bütün bunlar üç yüzden daha az sayfada, son derece hızlı bir şekilde gerçekleşti. (Bu da bizi bir diğer maddeye getiriyor.)
- Destan ve Bulut çifti çok hızlı hareket etti. Evet, kitabın onların ilk görüşte aşkı üzerine kurulu olduğunun farkındayım fakat sevgilinizle ilişkiniz henüz daha bir yıl bile olmamışken evleniyorsanız bir sorun var demektir. Aşık çift olarak daha uzun süre birlikte olmalı, sonrasında işleri ciddiye bindirmelilerdi. Yavaş arkadaşlar, tanışalı iki ay bile olmadı! diyesim geldi arada bir kitaba girip. Eylül ve Giray'ın evlenmesini mantıklı bulabiliyorum çünkü onlar en azından birkaç yıldır birlikte olan bir çiftti. Tamam, Destan ve Bulut nişanlandıktan sonra bir altı ay nişanlı kaldılar fakat bu bile bir yılı aşmalarını sağlamadı.
- Kitabın en başında kursun açılma nedeni pastaneyi kurtarmaktı fakat kitabın içinde bu pastaneden pek söz edilmiyordu. Yani elbette şurası şöyle, burası böyle diye anlatım mevcuttu ve pastanenin neden batmanın eşiğinde olduğuna değinilmişti fakat Destan'ın hayatını bu denli etkileyen, bu büyüklükte bir olayın kitapta biraz daha yer kaplamasını beklerdim. Bildiğimiz şeyler çok yüzeysel ve bir pastanenin nasıl iptal edilen bir iş yüzünden batma eşiğine gelebildiğini de pek anlayabilmiş değilim. Ha, mümkün değildir demiyorum; sadece kitapta o kadar az bahsediliyor ki, Destan'ın bu pastane konusunda ne kadar sıkıntılı olduğu, borçlarının büyüklüğü ve nasıl o duruma geldiği gibi şeyler hakkında pek bir fikrimiz yok. Kitap da bu sebeple başladığı için, olayın Destan & Bulut ve Giray & Eylül çiftinin geri planında kalması pek hoşuma gitmedi.
- Dedikoducu, işgüzar anneler, teyzeler, vesaireler. Bir annenin çocuğuna bir kısmet yapma çabası beni yoruyor. Bunu detaylandırma ihtiyacı duymuyorum. Sadece yoruyor.
- Karakterler bana pek büyüyememiş geldi. Bahsedilen Bulut ve Giray, 25-26 yaşlarında gibiydi kitaptan anladığım kadarıyla, Destan'ın ise 22 olduğu söyleniyordu fakat aralarında geçen olaylar bana bu karakterlerin o yaşlarda olamayacağını düşündürttü. Mesela, Destan ve Bulut, az yukarıda bahsettiğim kavgalarını tamamen Destan'ın Bulut'a bir şeyi söylememesi üzerinden yaşadılar. Anlatayım.
Bulut, Destan'a Alper'le aralarında bilmesi gereken bir şey olup olmadığını sordu. Destan da olmadığını, sadece arkadaş olduklarını söyledi. Sonra Zeynep, Bulut'un yanında Destan'a, "Alper de zamanında senin yüzünden çok üzüldü," gibisinden bir laf etti. Bulut da Destan'a döndü. Destan, Alper'in lisedeyken kendisine aşık olduğunu anlattı. Fakat sevgili olmamışlar, hiç öpüşmemişler, yani aralarında hiçbir şey geçmemiş dolayısıyla da sadece arkadaş kalmışlardı. Yani Destan aslında Bulut'a yalan söylemiyordu. Ayrıca bana sorarsanız Bulut'un Alper'in duygularını bilmesine gerek yoktu. Ha, Destan söyleyebilirdi elbette ama söylememeyi seçti diye Bulut'un attığı kız tribi, kendi içinde girdiği ilişkide güven olmazsa olmaz tribi kafamı dağlara taşlara vurma isteği uyandırdı bende.
Yukarıda belirttiğim üzere, Bulut'un bu düşüncesine aslında katılıyorum fakat bu kadar ergen olmanın (ve burada gerçekten de ota boka taktığımız, 14-19 yaş arası ergenlik döneminden bahsediyorum) bir anlamı yok. Hele 25 yaşındaysan, artık bu şeyleri takmamak lazım. "Omo bono yolon soylodo." triplerine girmenin de bir yaşı olsun, özellikle durum o kadar sert değilse.
- Olaylar fazlasıyla düz geçişliydi. Aslında bundan yukarıda bahsetmiştim ama biraz daha detaylandırmak istiyorum. Kitap gerçekten de şu sıra ilerledi: Tanıştılar, ilk görüşte aşk, ilk kavga ve ayrılık ihtimali, barıştılar, evlendiler ve kitap sonunda Peri isimli bir kızları oldu. Bir olay seçilmiş olsaydı, mesela ilk tanışmalarından arkadaş ve sevgili olmaları süreci, kitabın çok daha dolu olacağını düşünüyorum fakat o kadar kısa sürede o kadar çok şey anlatmaya çalışılmış ki, her şey yüzeysel ve düz görünmüş. Düz diyorum çünkü iki çift de aynı anda kavga etti, aynı anda barıştı, aynı anda evlilik teklifleri edildi ve benzer zamanlarda evlendiler.
Ee, ben ne anladım bu çiftlerin farklı olmasından? Sonları aynı şekilde gerçekleşti. Hatta kitabın yarısından fazlası içi çift için de benzer olaylar içeriyordu.
- Kitap çok aşkım, böceğim, bir tanem tadında geçiyordu ama bu üzerine puan kırdığım değil, beklediğim bir şey olmasına rağmen bir türlü ısınamadığım bir şeydi. Romantik komedi olarak satılan, pembe kapaklı, pembe açıklamalı bir kitaptan bunu beklememek aptallık olur ama sevemedim işte.
- Ne zaman beğeniyor gibi olduğum bir sahneyle karşılaşsam, karakterler büyüyememiş olduklarından o ya da bu şekilde o sahneyi benim için mahvettiler. Perde olayı da biraz buna giriyor. Açıkçası kızın Bulut'a perdeleri takamadığı için gitmesi benim çok hoşuma gitmişti (tabii eğer çok kısa süredir tanışıyor olmasalardı) bu, ilişkilerinin onlar için ne kadar olağan hale geldiği, nefes almak ve su içmek gibi bir şey olduğunu gösteren bir sözdü. Tabii sonra sahne bu harika anı bozarak Athena'yı üzdü. Tam olarak nasıl bozduğunu açıklamamın imkanı pek yok sanırım fakat "o kadar harika gidiyordu ki"!
Özetle, kitabı pek sevemedim fakat sevdiğim yanlarının hatırı için 1 puan değil, 2 puan veriyorum. Kitabın en başlarında 3 verebileceğimi düşünüyorum fakat kitapta ilerledikçe benim beğenmediğim şeyler birikti, bunlar biriktikçe de 3 vermem imkansızlaştı.
Bende haftaya bursa tuyap a gidecegim. Almayi dusunuyordum fakat suphelerim vardi ve simdi kesinlesti. Cok tesekkur ederim.:)
YanıtlaSilYazının yardımcı olmasına sevindim :) Her türlü bir göz at, belki sen beğenirsin ^-^
Sil