Adı: Işık Tutsakları
Orijinal Adı: Flashfall
Yazarı: Jenny Moyer
Yayınevi: DEX
Sayfa Sayısı: 396
Goodreads Puanı: 3.85
Seri: Flashfall #1
Puanım: 2/5
TANITIM
16 yaşındaki bir kız, radyasyona maruz kalmış bir dünyada özgürlüğü için savaşmak zorunda.
İlk kitabıyla Jenny Moyer, tansiyonu hiç düşmeyen, film tadında sürükleyici bir distopyaya imza atıyor.
“Romanın büyük bir vaadi var... kendinden öncekilere hiç benzemeyen post-apokaliptik bir dünya.”
-Kirkus Reviews-
İnsanlar artık, bir ışın perdesinin ardında yaşıyorlar, özgürlüklerini kazanmak için dehlizlere inmek, radyoaktif partiküllerle değişime uğramış yaratıklarla mücadele etmek zorundalar.
Orion bir maden kâşifi, yardımcısı Dram bir işaretleyici; yıllardır birlikte ölümle burun buruna, onları radsyasyondan koruyan maddeyi arıyorlar, yeteri kadar bulduklarında özgür olacaklar. Orion bir madenciden çok bir büyücü gibi çalışıyor ve bir süre sonra hiç fark etmediği gerçeklere ulaşıyor.
YORUM
Işık Tutsakları için çok heyecanlıydım. Gerçekten. Yorumlarına güvendiğim ve çok sevdiğim bir arkadaşım kitaba 4 yıldız vermişti ve bu da benim için yeterliydi. O yüzden kitabın ardında bıraktığı hayal kırıklığı çok yüksek.
Sorun şu ki, yazarın yarattığı dünya ne kadar farklı olursa olsun, karakterler birbirinin aynısı, olay örgüsü de ondan önce gelen distopyalarla benzer olduktan sonra ben kitaptan zevk alamıyorum. Bunu eğer Işık Tutsakları'nı okumaya başlamadan önce fark etmiş olsaydım, galiba bu kitaba el atarken iki kere düşünürdüm. Çünkü elimizdeki durum cidden bu: Jenny Moyen'in yarattığı post-apokaliptik dünya, şu ana kadar gördüklerimden epey farklı ve bu durum kitaba epey özgün bir hava katıyor.
Ama onun dışında birçok şey de bana, daha önce okuduğum gençlik distopyalarını anımsattı. Sanki her yerden birer parça alınmış gibiydi. Yazarı, bir şeyleri çalmakla suçlamıyorum elbette ama etkilenmek ve etkilendiğini de fark etmemek o kadar kolay ki.
Birbirine aşık olan en yakın arkadaşlar (ama kız önceden erkeğin başkasını sevdiğini düşünüyor çünkü neden olmasın?), baskıcı ve sadece "kötü olmak için kötü olan" yöneticiler, oralarda bir yerlerde bir direniş, karakterlerimizin ailelerinden insanların bu direnişin içinde olması, ölü sanılan karakterin yaşaması, 16 yaşındaki bir kızın isyan çıkartması? ya da isyan için gerekli kişi olması, "sen bizim için çok değerlisin" tavrı.
Say say bitmez. Şimdi bunlar ayrı ayrı ele alındığı zaman hepsi o kadar korkunç klişeler değil. Ama hepsini aynı kitaba koyduğunuz zaman kitaptan bir şeyler götürüyorlar. Işık Tutsakları'na olanlardan bir tanesi buydu.
Beni rahatsız eden bir başka şey de, Orion ve Dram'in başına gelen kötü şeylerin hepsinin, üzerinde "Biz şanslı olanlarız," yazan bir tabela yüzünden gelmiş olması.
Şimdi durum şu ki, Işık Tutsakları'nın dünyasında Astlar ve Asliler diye iki grup var. Astlar, bizim sıradan köle haklımız ve bu insanlar, radyasyona biraz daha dayanıklılar. Asliler de Açlık Oyunları'ndaki Capitol halkı olarak düşünülebilir (ama renkler ve bütün o abartıdan uzak bir şekilde. Aslında bu kitapta Aslilerin nasıl insanlar olduğuna dair hiçbir fikirmiz yok çünkü). Beşinci Kasaba'daki Astların görevi, cirium denen bir madeni çıkartmak. Az önce bahsettiğim tabela da maden girişlerinde duran ve radyasyondan zehirlenip ölmedikleri için "şanslı olduklarını" iddia eden tabela.
(Zaten Ast ve Asli diye ikiye ayrılıyor olmalarına hiç gelmeyeceğim. Yetti artık.)
Kızımız bir gün öfkelenip o tabelayı kazmasıyla deviriyor, madenciler de ona tezahürat ediyor. Sonra herkes işinin başına, madenine ve cirium aramaya dönüyor. Tüm olay bu. Gerçekten. Zaten akşama tabelayı yerine koymuş oluyorlar. Ama kızı uygunca cezalandıracaklarına önce kasabadaki tüm madencileri mağaracıları en zor tünel olan Dokuzuncu Tünel'e gönderiyorlar.
Ya siz manyak mısınız? Elinizde zaten üç beş adam var, onlar ölürse kim kazacak cirium'unuzu? Bu cezayı hiç düşündünüz mü? Hayır bir de bunun ardından başka olaylar oluyor, sonra 6-7 kişilik bir grubu daha da korkunç bir yer olan Dördüncü Kordon'a yolluyorlar. Tamam siz bunu yapın, zaten elinizde Dokuzuncu Tünel'i kazabilen yüz binlerce insan var, birkaçı ölse ne olur. (Ellerinde bu işi yapabilen sadece 2 insan var.)
KAFAMI KIRACAĞIM NİYE BU KADAR APTAL BU YÖNETİCİLER.
Neyse öhöm. Kitapta beni rahatsız eden bir başka şey de, içine girmenin çok zor olmasıydı. İlk 50-100 sayfa kadar süre boyunca hiçbir şeyi anlamadım. Kavramlar, karakterler, mekanlar, hayat kuralları falan derken çorbaya döndü kafam. Yazar, karmaşık dünyasını okuyucuya kafa karıştırmayacak şekilde anlatmayı pek başaramamış.
Karakterleri de hiç umursayamadım açıkçası. Ne Dram'in ne de Orion'un hayatta kalıp kalmaması umurumda değildi. Durum böyle olunca onların başından geçen şeyler beni heyecanlandırmayı ya da korkutmayı hiç başaramadı.
Ama şimdi Sezar'ın hakkı Sezar'a, Jenny Moyer bir gençlik distopyasına göre bayağı acımasızdı ve bu açıdan bana Game of Thrones'u anımsattı. Kitap boyunca 4-5 karaktere veda ettik ve bunlardan bir kısmı da ana karakterlerimiz için epey önem taşıyan karakterlerdi. Bir kısmı çok umursamadığımız yan karakterlerdi tabii ama bunu boş verin. Karakterlerine kıyamayan yazarlardan biri değil Jenny Moyer. Bu açıdan benden +1 puan aldı.
(Tabii hala kimse ana karakterle sevgilisini öldürecek kadar ileri gitmedi ama neyse. Oraya gitmeyin zaten, karakterlerini sevdiğim ve önemsediğim bir kitapta kalbim kaldıramaz.)
Bir de, kitabın çok büyük bir bölümünde neredeyse hiçbir şey olmadı, boş oturup "E hadi artık bir şey olsun da okuyalım," diye okudum sayfaları.
Sonuç olarak etkilenmedim. Sıkıldım. Ölümüne sıkıldım. Bir başkası kesinlikle benim sevdiğimden daha çok sevecektir bu kitabı çünkü genel olarak hiç benlik olmadığına karar verdim. Distopya seviyorsanız okuyabilirsiniz belki. Ya da kitap ilginizi çekiyorsa.
Bu yorumu yazmaya çalışmak başımı ağrıttığı için şimdi susuyorum kjdjsdj
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder